11 Aralık 2010

29- Sevda Körlüğü


29- Sevda Körlüğü


              Her ateş doğar, olgunlaşı ve ölür.Yeni tutuşmuş ateş, çocuk gibidir. Ateşler közlenince yaşlanırlar. Kör bir çırada boğulur ateş. Kül ateşin ölmüş halidir. 


              Sesin etkisi anlamıyla ölçülür. Gün gelir mırıldanmalar, fısıldaşmalar sesin efendisi olur.  Dudaklarınızdan yuvarlanacak kelimelere yoğun anlamlar yükleyin. Sesiniz size ait bir elçidir. Bu elçiyi herhangi bir kulağa ikinci kez gönderme hakkınız, lüksünüz ve imkanınız olmayabilir.Sesinizi onarmadan seslenmeyin.


              Arıyla cilveleşmeyen çiçek bala dönüşemez. Yürümeyen su çürür. Saldırmayan kartal özgür değildir.  Gagası keklik eti kokusuyla kamaşmayan atmaca tembeldir. Düşmekten korkma, bir zirveden düşenlerin sayısı o zirveye çıkanların sayısından asla fazla değildir. Düşük ihtimale tutun. Yağmurlar sevmeyenleri ıskalar.


              Hazırlık aşamasında acısını çekmediği sevinçleri hak etmez insan. Şairler şiirin sancısını çekmelidirler. Gölü kuşatan dalgaların gücü, atılan taşın şiddetine bağlıdır. Şairin gerdanı dilindedir. Dili dul kalınca... Ölümüyle en güzel şiiri yazar şair ve bu aşamada şehvetsizdir dizeleri. Çoğu dize daha doğurmadan hayat denen cüzzamlı hekimin titrek ellerince şairin dünyasından kürtajla alınır. Yazılmayan şiirleri kürtaj yapmışlardır. Şair doygun olmalıdır. Kendisi doymamışın uzatacağı lokma eksiktir.  Şair dizelerinde; tadını beğenmeyen yutmak zorunda kalmasın diye, ayrılığın tadımlığını geliştirir. Yaptığı itibariyle şair doğurgandır. Sürekli gebe kalamaz. İçimizde sevdiğimiz kadınları mumyalarız. Bu sebeple kendileri bozulsa bile, hayalleri bozulmaz. Sırlarımız beynimizin biryerinde terlemeye başlar. Tepkilerden korkarak içindeki çıplak, aykırı şiiri yazamayan şairi sürekli gebe gezen bir türlü doğuramayan kadınlara benzer.



              Beni ömrünün en yaşanılası yerinde bırakmadı hayat. Cüret hep yanlış dudaklarda yaşıyordu. Yüzü yeni bir cinnetten dönen şairler tanıdım, cenneti bilmiyorlardı. Sekerek giden sözcükler ve çarpık dizelerİ vardı. Nesir cinayetleri işliyorlardı.  Çatal dilli engereklerle sevişiyorlardı adeta. Mini etekli şairler tanıdım. Volkan mimikli kadınlardı, şehvetin fitilini ateşliyorlardı. Ön sevişmeleri kısa sürsün diye mini etek giyiyorlardı. Duvar giymezlerdi. Yattıkları yataklara serilen her nevresim hem yatağın hem de kendilerinin duvağı oluyordu. Çocukları vardı, terkedilmiş parklar gibi ıssızlardı. Yaraları kabuk bağlasın diye bir yataktan başka koşuyorlardı. Bilmiyorlardı ki yaralar kim tarafından bırakıldıysa onun tarafından öpülmeden kapanmıyor.



              Ağaç; evlatları birbirine düşmüş anne gibidir. Aynı ağacın bir dalından kalemler yaparlar. Sonra o kalemle yazılar yazan birinin fermanını başka bir kalemle yazarlar. Aynı ağaçtan yapılma darağacında sallandırırlar. Aynı ağaçtan yapılacak tabutun çivilerini çakacak sapı başka bir daldan yapılmış olan keser... Başka darağaçları yapmak için mezarın başına başka bir ağaç dikerler.



              Ödüller; ödüle layık olanı,  alındıkları günden sonra durgunlaştırır. Buluttan ipini koparan her damla toprağa gözyaşından önce düşmek ister. Toprağa dokununca ömrü son bulacak, o bunu bilmez.  Aynalar baktığınız zamanın türküsünü söylerler. Çoğu ezgi aynaya düşen görüntümüzün resmidir. Aynalarda o resmi öylece bırakamayız. Zaman madenlerin de öldürür, demir pas tutar. Kötü birşeyler yaptıkça insan içerisinde bir cehennem büyütür. İçindeki cevheri kendi cehenneminde eritir. Aynaya iki bakışımız arasındaki değişimini farkedemeyen, korkunç bir zaman öğütme makinasından öte bir şey değildir.

              Gözlerine kum dolmasını göze almayan çöl şairlerine sevda körlüğü miras kalır.

Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2010
Kekeme Kaval -29

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder