Rukiye Çelik’in “Çoğalır Dilsiz Yalnızlıklarım Siyaha Büründükçe Zaman“ ı üzerine*
Pascal: “Sol yanımda beliren uçurumlar kadar derin onun kadar anlamlıdır karşılaştığı boşluk” der. İnsanoğlunun ve özellikle şairlerin sol yanında ki boşluk hep vardır hep acıydı…
Şair istediği değil karşılaştığı bir yaşamı zorlamalı. Böylece iç sıkıntılarının egemenliğini ele geçirmiş olur.
Çoğalır Dilsiz Yalnızlıklarım Siyaha Büründükçe Zaman
Sevmem koyu renkli akşamları
Sevdiğim kadar koyu renkli giysileri.
Giysiler ki; bedenimin çirkinliklerini saklayan
Beni güzel gösteren kumaş parçaları...
Oysa bir de yüreğim vardı benim
Koyu renkli akşamların gölgesinde unutulan
Kim sahip çıkacak ona,
Kim gösterecek ondaki güzellikleri
Giysileri de yok ki soyunacak
Ama biliyorum ki; Ay ve yıldızlarla aydınlanacak
Ya da kendi ışığında görünecek
Kendi özünde parlayacak...
Biz şairler birbirimize benzediğimizi bilmeyiz ama benzeriz işte. Birbirimiz tanımadan aynı gün kaleme aldığımız şiirlerimizde paralellikler olur. “Kiraz Çiçekleri” isimli şiirimden bir bukleden de anlaşılacağı gibi
Önce gündüzden getirdiğin sıcaklık
Sonra alıştığın sesler terk eder seni
Yıldızlar sadece uzaktan el sallarlar
Soluklar boğazında kör düğüm olur
Yutmak istersin ama yutamazsın
Koyu kara geceleri bitirmek zordur
Baykuş seslerine sığınamazsın…
Dert aynı olunca inilti benzer oluyor. Rukiye Çelik son zamanlarda tanıdığım ve okumaya devam etmeliyim dediğim kalemlerden birisi. Şiirlerinde aradığım derinliği buldum demeliyim. Daha net bir ifadeyle eğer dalgıçsanız dalabileceğiniz sular arar durursunuz. Eleştiri de öyledir tıpkı dalgıç gibi her suda ıslanır ama her suya dalamazsınız her şiire bir şeyler yazarsınız ama irdeleyemezsiniz. Şiirin bir derinliği olması gerekir dolayısıyla şairin. Şair şiirde kendi yüreğini resmeder aslında.
Şiirin;
Beni güzel gösteren kumaş parçaları...
Oysa bir de yüreğim vardı benim
Koyu renkli akşamların gölgesinde unutulan
Bu kısmı çok önemli. İnsanoğlunun görsellikte aradığı güzelliği nerede araması gerektiğini gösteren dizeler. Bizi elbiselerimizle ağırlayanlar, yüreğimizi unutuyorlar sanki…
Rukiye Çelik zaman zaman geceyi sevecektir. Yalnızlığı istediğinde ve karanlıkları sevgiliyle buluşulan uçsuz bucaksız çöller diye düşündüğünde..
Şimdi iki gece farklı işleyen iki şairi hatırlıyorum
Birisi Baudelaire dır. Akşamın ve gecenin esin gücünü kanıtlamaya çalışır ve “Uzak İklimlerin Kokusu” (Yanlış hatırlamıyorsam kendi dilindeki ismi Parfum Exotigue olacaktı. Şiiri merak eden ve Fransızca bilen arkadaşlar bu şekilde arayabilirler) isimli şiirinin ilk dörtlüğünde
“Göğsünün kokusuyla içimi doldururken,
Ilık bir güz akşamı gözümü kapıyarak
Değişmez bir güneşin aydınlattığı, sıcak
Mesut kıyılar geçer gözlerimin önünden “
böyle söyler. İnsan bu hayalin bir gece için kurulduğuna inanmak istemiyor. Şairleri farklı yapan bu değimlidir. Tabi bunu sadece başka şairler yapmıyor.
Bir diğer isim Ahmet Haşim dir. Geceyi birkaç eserinde işler. Bize Göre, Gurebahane-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi gibi eserlerinde hatırladığım ve Milli Eğitim Bakanlığı nın 1980 li yılların ikinci yarısında (1986 veya 1987 diye hatırlıyorum) Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi serisinde yayınladığı eserlerinde
“Gece her çeşit kuruntularımızın kafatasımızın kavuklarında çıkıp, hakikat çehreleri takınarak, sürür sürü ortaya dağıldıkları, yeri ve göğü tuttukları saattir. Uyku geceye bir panzehir gibi tesir etmese, insani karanlıklar içinde duyacağı ve göreceği şeylerle kolayca aklını oynatabilir. Uykusu kaçmış bir adam oturduğu odanın penceresinden kendi bahçesine bile bakamaz; çitlerin genişliğini, demirlerin, taşların ve ağaçların, çiçeklerin en akla gelmez şekillere girerek bir şeyler fısıldamakta olduklarını, tüyleri ürpererek görür”
Ahmet Haşim böyle diyordu. Zaman içerisinde çzigiyi bu tarafa çektiğimizde Rukiye Çelik, Haşim’i tasdik edercesine diyor ki
Sevmem koyu renkli akşamları
Sevdiğim kadar koyu renkli giysileri.
Beyaz gecelerimin şarkısı gelir aklıma
Ve sabahın asi yüzüne uyanışım
Karanlıklarda kalışım, mumların eriyişi,
Bir de devrilen kadehler...
Kadehler ki; el keser, iç kanatır gibi...
Çoğalır dilsiz yalnızlıklarım siyaha büründükçe zaman
Ket vurulur arzularıma daralan hayallerimde
Ne varsa üşüşür, toplanır beynime
En zayıf anımda, kora dönüşür acıdan küller
Şahlanır örselenen duygularım
Eserken us'umda çöl rüzgarları
Yaprak yaprak düşer yalnızlığım
(ihtimal ki Rukiye Çelik bu satırları yazarken perdeler bile kıpırdamıyordu. Ama şairin içinde aklında esen çöl rüzgarları önemli…
Kemirgen zamanın dişlilerine
İşte o zaman başlar ruhumda üşüme
Ve titreme yüreğimde, zangır zangır...
Ölü bir yalanı gizleme telaşı içinde
Çırpınır durur sarı gölgem, sarı
Avuçlarımı kanatan acılarım gizlenir yüreğime
Sadece düşlerim ağlar geçip giden zamana
Hiç bulata girmeyen yüzüm mü,
O da ışık tutar Güneş'in yedi rengine bile
Yüreğim aydınlandı, kendini okutur şimdi! ...
Benzetmeleri o kadar güzeldir yapıyor ki insan tekrar tekrar okuyor. İtiraf etmeliyim Rukiye Çelik’in bu kadar başarılı ve mahir olduğunu bilmiyordum.
Bu suç benim olduğu kadar kendisinindir. Ara bir hareket etse kıpırdasa fark edecektir. Günümüzde şairi fark edilir yapan faaliyetleri ve katkılarıdır. Hiçbir şair birilerinin kapısına gelip onu fark etmesini beklememelidir. Sevgili Rukiye bilmez misin gökyüzünde binlerce yıldız var ama biz hareket edenlerini daha çok fark ederiz.
Şiirin finali başlı başına bir sanat ve vurgu. Umuyorum ki Sevgili Rukiye Çelik her şiirinde bu başarıyı yakalasın. Yüreği aydınlansın ve bize okutsun.
Bekir Ahıskalı
Şiir Tahlilleri-7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder