Sait Faik Abasıyanık'ın "Deli Çay" isimli şiiri üzerine
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket
Sütlü mısırların kebap edildiği
Kebap mısır kokusu küllü ateş
Yarı olmuş mısır koçanlarının mor püskülünde akşam.
Tarlanın kenarında yer yer karpuz çekirdekleri
Çocuklarla beraber aynı rüyayı
Çırıl çıplak çınarların
Bütün ovayı süzen
Minare boyu tepelerinde
Kargalar.
Çocuklarla beraber aynı yaz rüyasını:
Sütlü mısırları,
Karpuz çekirdeklerini,
Olgun Vodina kavunlarının altın içimi
Kafalarını kanatlarının altına sokup üşüyerek,
Aynı yaz rüyasını görmekteler.
Boşnakça konuşan
Büyük mum bacaklı,
Sakarya suyu yüzlü,
Elleri inek ve buzağı kokan sarışın kadınlar
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket
Gündelikçilerin efendilerine
Bedava gördükleri hizmetlerine kızmış gibi
Tarlaları basan "Deli Çay"
Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket...
Sait Faik Abasıyanık
(Şimdi Sevişme Vakti, 1958 İstanbul)
Bu anlatım tarzı batı edebiyatından gelmiştir. Zamanla Türk Edebiyatında daa en önemli anlatım vasıtası olmuştur ki bizim edebiyatımıza ilk gelişi Servet-i Fünuncularla gelmiştir. Bakışta bir şekli ve kalıbı varmış gibi görünse de her nesil kendi hayat görüşüne ve mizacına göre başka bir şekle sokmuştur. Sıfat Üslubu dediğimiz bu üslubun batıda fazla gelişmiş olmasının sebebi dış alemi kendi gerçekliği içinde görme, fenomenleri basitleştirmeden kavrama, anlama ve kainaatın zerreden kurreye kadar her bir görünüşüne ayna tutan resim ahlakı ve terbiyesidir.
Sait Faik'in hikayelerinde, varlıkların ve canlıların ilk göründükleri an bıraktıkları intiba ve ruh halletinin teferruatlarının taptaze bir üslupla anlatılışlarını başarıyla anlattığına şahit oluruz.
Ben Türk Edebiyatında sıfatları anlatma konusunda Sait Faik kadar mahir bir kaleme rastlamadığımı beyan etmeliyim. Onun varlık ve canlıları tasvir edişini okuyup gören okuyucu o varlık ve canlılarla bire bir temas ediyorum düşüncesine kapılır. Bu hissiyata kapılır.
Sait Faik'in tasvir ettiklerini gözden geçirince onlarla aralarında "doğrudan doğruya"lık hissine kapılan her tahlilci gibi ben de Orhan Veli ve Cahit Sıtkı arasında bir yakınlık kuruyorum. Bu üç kalem duyularla yaşamaya önem verirler. Andre Gide'in etkisi altında kaldıklarını düşünüyorum. Çünkü "sensualisme" bir hayat felsefesi haline getirmişlerdir. Varlıkla doğrudan doğruya teması gaye edinmişlerdir. Bu sebeplede insanla varlık arasına bir perde gibi giren kelimeleri yok edercesine ustalıkla kullanırlar.
Edebiyat dille yapılan bir sanat olduğu için bunun mümkün olmadığını düşüneceksiniz ama dili kullanma konularındaki becerileri ile kendi varlıklarını unutturan bir intiba bırakırlar.
Meselenin başka bir boyutuna daha değinmek istiyorum. Esas meslekleri başka olanlar şiir yazdıkları zaman bazen şuurlu olarak, bazen alışkanlık ve mesleklerinin hayata aktarılışı olarak, bazen de farkında olmayarak meslkelerinden bazı şeyleri şiirlerine taşırlar. Bedri Rahmi'nin dünyaya bir ressam gözüyle bakmasının sebebi budur. Baktığı herşeyde bir renk görür ki bu da kelimeleri bir boya gibi kullanmasından anlaşılıyor.
Sait Faik'in bir haikeyeci olduğunu düşündüğümüzde gerek "Deli Çay" şiirnde gerekse Sait Faik denilince akla ilk gelen şiiri olan "Köprü" şiirinde bu anlatım tarzına rastlamaktayız. O sebeple Sait Faik'in her şiirinde muhtelif tiplere rastlamaktayız. Her birinin kendine has davranışı vardır.
Dikkatle takip eden okuyucu Orhan Veli'de de önce bir komedi yazarı izlerine, sonra siyaset, psikoloji, felsefe izlerine rastlayacaktır.Ben Sait Faik kadar
(şiirinde) kalabalık ve canlı tasvir eden birini tanımıyorum. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Cumhuriyet devri hikayecelerinin hemen hepsinde ki bunda bazı şairlerinden de söz edebiliriz gerçekçilik adına insanı insan yapan asli unsurları gözardı ederek sıraan bir varlık olarak görmelerinden sebep ruhtan uzaklaşmışlar ve maneviyatın lezzetli anlatım yanlarını unutmuşlardır. Böyle baktıkları için Türk halkını sadece açlıktan kıvranan, sefalet içinde olduğu gerçeğini görmüş diğer yanlarını gözardı etmişlerdir. Bu Marksist bir bakış açısıdır ama Türk halkı veya kültürü sadece bu iki unsurdan oluşmadığı gerçeğini de unutmuşlardır. Sait Faik'in yaşadığı dönemi ve etkisi altında kaldığı kişi ve zamanı resmettikten sonra "Deli Çay" şiirine geçmek ve onu tahlil etmek kısmına geçmek gerekir.
"Deli Çay" şiirinin (bana göre) temel mısrası
"Çınarlarına kargaların üşüştüğü memleket" mısrasıdır. Bizim kültümüzde olduğu gibi bir çok kültürde de çınar diğer ağaçlara nazaran daha asil bilinir. Bunu sebebi çınarın uzun yaşaması, efsanelerle eşdeğer anılması ve dayanıklılığıyla öne çıkmasıdır. Her nedense çınar ile kargayı aynı anda anmak pek sevimli karşılanmaz. Karga ise diğer uçan kanatlılara nazaran daha az sevimlidir. Sait Faik'in bu ikisini bir arada anmasının sebebi memleketin o zamanki haline bakış açısıdır. Memleketi daha viran ve sefalet içinde anlatmanın bir şeklidir. Sait Faik'in hikayecilik yanının ağır bastığı bu ifade biçimi yalın bir dille birkaç sayfada anlatamayacağımız bir ahvali tek dizeyle anlatmak mümkün olmuştur. u dizenin hemen arkasından gelen
"Sütlü mısırların kebap edildiği
Kebap mısır kokusu küllü ateş"
mısraları bir önceki dizeyi destekleyen dizeler olsalar da yani evet hayatını hayvancılıkve tarımla sağlayan bir toplumda kebap lüks gıda tüketimi sayılması ve ona ulaşılamaması bu toplumun acı gerçeğidir. Bu durum bugünde değişmemiştir az bir azınlık harici et tüketimi lüks sınıfına girmektedir. Sait Faik'te bu durumu resmetmiştir. Bununla birlikte o sefalet haline rağmen kanaatkar bir yanımızı da dolaylı resmetmiştir. Sütlü mısır, küllü ateş gibi ifadeler üretimden uzak tabiatın verdikleriyle yetinmeye çalışan ama toprağı da tam işlemesini bilmeyen, sefaletin adına kanaat denen, zaman zamanda tembelliğini nasip değilmiş kılıfı giydiren kulaktan dolma bilgilerle akaidinin sağlamlığını savunan bir toplum tabakası...
Yukarıda da zikrettiğim gibi Sait Faik kadar kalabalık yazan bir kalem daha tanımadım. Hikayeciliğini tamamen şiirine taşımayı becerebilen bir kalem. Çınar başlarını minare tepelerine benzetir şair ve onun üzerine de kargaları tünetir. Bu o devril ana resmidir. Kargalarla çocuklar arasında bir bağlantı kurmaktadır ve her ikisinin de gördüklerinin bir rüya olduğunun farkındadır.
"Boşnakça konuşan
Büyük mum bacaklı,
Sakarya suyu yüzlü,
Elleri inek ve buzağı kokan sarışın kadınlar"
Bu dizeleri itibariyle Nazım Hikmet'in "sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız" dizesinin bir başka şekilde anlatılış biçimidir aslında. Elleri, tenleri toprak kokan, inek kokan vefakar, fedakar, sadık ama hak ettiği kıymeti görmeyen kadınlarımız. Bu da bizim erkekliği güç sayan ve dışarıya iyi içeriye hor ve zaman zamanda zalim davranan bunu da inancıymış gibi gösteren, içindeki zaafiyetleri başkasına güvensizlik olarak ortaya koyan diğer bir yanımız. Kadın evde, erkek cephededir, erkek şehit olur, gazi olur kahraman olur da kadın evde hizmetçi sayılır halimiz bakışımız... Ancak izin verilse de verilmese de istisnaları ortaya çıkınca onların da Rabia gibi ermiş olabileceği, Nene Hatun gibi kahraman olabileceğini kabul etmek zorunda kalaan bir anlayış kazıntısı, kalıntısı...
Gündelikçilerin efendilerine
Bedava gördükleri hizmetlerine kızmış gibi
Tarlaları basan "Deli Çay"
Bu mısralar günümüzde olduğu gibi toplum katmanları arasında oluşan efendi ve hizmetçiler anlayışının aynısıdır. Toplumunu oluşturan kitleler arasındaaki uçurumu büyüyen toplumlar zamanla çatırdamaya ve yine zamanın içinde parçalanarak ya başka toplumları meydana getirmeye ya da yok olmaya mahkumdurlar. Sait Faik'in
tarlaları basan "Deli Çay" ı da bir başkaldırışın doğa diliyle anlatımıdır.
Bir hikayecinin kaleminden bir şiir ne kadar güzel olursa o kadar güzeldir Sait Faik şiiri. İlk ortaya çıkışı itibariyle tepki aldığı ve uyumdan uzak olduğu dile getirilse de yine ilk ortaya çıktığı yıllar itibariyle farklı oluşu itibariyle takip edilen, tercih edilen ve aranılan bir "sıfat üslubu"dur Sait Faik şiiri
Bekir Kale Ahıskalı
1 Şubat 2010
Şiir Tahlilleri- 63 Sait Faik Abasıyanık'ın "Deli Çay" isimli şiiri üzerine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder