Sinhare


Sinhare Kimdir


Sinhare; bir sevdanın düşüdür, bir düşün de sevdası.



Sinhare; bir çocuğun beşiğidir, bir beşiğin de çocuğu.

Çocuğun beşiği eskitmesi, beşiğin de çocuğu büyütmesidir.

Böyle büyüttü beni sevdam



Sinhare; bir ayağın izidir, bir izin de ayağı.

Ayağın iz bırakması, izin de ayağı göstermesidir.


Sinhare; bir yüreğin sızısıdır, bir sızının da yüreği.

Yüreğin sızlaması, sızının yüreklenmesidir.


Sinhare; bir bedenin arzusudur, bir arzunun da bedeni.

Bedenler arzuladıkça, arzuların bedenlenmesidir.


Sinhare; bir kahvenin kokusudur, bir kokunun da kahvesi.

Piştikçe kokan, koktukça tadan.Tattıkça yudumlanan


Sinhare; bir ateşin dumanıdır, bir dumanın da ateşi.

Ateş yaşadıkça duman olur tezer, duman tüttükçe ateş yaşar.



Sinhare bir bekleyişin meyvesidir, bir meyvenin de bekleyişi.

Sabrettikte meyvelenen, meyvelendikçe sabredilendir.



Sinhare bir nesnenin aynaya düşmesidir, aynanın da nesneyi yaşatması.

Nesneler aynalara düştükçe güzelleşir, aynalar nesneleri gösterdikçe keyiflenirler


Bekir Kale Ahıskalı

Aralık 2010


****************


Aşkı dudaklarından içmek



Bedeninde aşk ihtilalleri yapmayan ruhlar çürür

Ağlayarak yürür gözleri sevgilinin gözlerinde

Güldüğü sanılır mesnetsiz kahkahalarla

Yüreğinde taşır yüzünde sakladığı garipliğini

Bir sevgili ifşa eder yerinde saydığını

Rakamı bilmeyenler divanece mırıldanmalarından

Aşkı içmiş sanırlar




Ne bir hatırdan firar ettim

Ne de bir hatıradan koparılıp atıldım

Ben sevdanın yetimiyim bir ümit rıhtımında

Kendimi atmaya karar verdim aşkın kollarına

Ulaşabilirsem eğer karşı kıyıya

Sevgiliye kulaç kulaç sevgi sunacağım

Beklemezse sevdiğim beni

Gittiği diyarlara yüzmeyi öğreneceğim





Şiiri sen diye kalbime kazımışım

Ağıdı yıpranmış aşktan öteye gitmeliyim artık

Çöllere rahmet okutmalı ayak izlerim

Kasırgalar koparmalıyım soluklarımdan

İmkansız umutları hayata geçirmeliyim

Toprağımı kokluyorum; sen kokuyor

Pınarıma bakıyorum; sen akıyor

Ocağıma; bakıyorum sen tütüyor

Sefil olmayacağım bu Küçük Asya kaldırımlarında

Yeniden yaşamayı öğrettin




Sinhare sen benim benden başkasının okumak istemediği

Alın yazımsın

Bir ben bilirim bensiz kapanan perdelerini

Çaresizliğe bulanan hayallerini

Bir sen bilirsin sana ağlarken

Kan ağlayan gözlerimi

Yokluğundur kuzeyi dondurun

Varlığındır güneyi yakıp yandıran

Birer birer yolcu ediyorum

Gözlerimden akıp giden damlaları

Ah!

Çocuk bu gecenin gözleri neden bu kadar karanlık şimdi





Yeter ki aşkta sebat olunsun dalları kırılsa da

Kökleri toprakta olan kütükte her zaman bir ümit vardır

ve biz Sinhare unutma

Meryem'den daha çaresiz değiliz

O halde

Tabuları yıkmayacak

Onları bize uygun konaklara çevireceğiz

Gözlerimizdeki yükler hafifleyecek

Sevinçten coşarak akacak gözyaşlarımız



Ben aşkının yetimiyim Sinhare

Kanımdan cam kırıkları damlayan

Hıçkırıklar süzülen gözlerinden

Sahipsizdir omuzumdaki ceket

Yapraklarım üşüyor bu hayal rıhtımında

Bıraksam zaman da çürüyecek göz kapaklarımda

Şimdi daha fazla ağıtlar biriktirmeden bize

Onunla olan bağımızı koparmak için

Aşkı dudaklarından içmek için

Hadi şimdi ölümü öldürmeye gidiyoruz

Benim gibi eski kilimi olmayanların

Heybesini kaybetme lüksü yoktur Sinhare






Bekir Kale Ahıskalı

Aralık 2010


*********************



Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım




Senin de doğacağın dünyaya doğdum diye

Ağlamamışım dünyaya geldiğimde

Viran kubbeme gölge olur diye güneş

Üzerime düşürmedim gölgesini

Her akşam ağlamayı yeniden öğrettim gözlerime

Ey gönlümü yakıp yandıran güzel

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım




Henüz horozlar geleceğini haber vermemişlerdi

Daha kırlangıçlar yuvasından havalanmamış

Ninem namazına kalkmamıştı

Bir ibadet gibi, secdede ağlarcasına

Ey alnımı ayaklarına ram eden güzel

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım



Gece yataklarını toplamadan üzerimden

Çiy taneleri düşmeden yaprağın tenine

Yosunlar uyanmadan kayaların koynunda

Bir bağın bekçisi köpek misali gönül tokluğuna

Ezberini bozarak çoban kavallarının

Bilmedikleri bir hasret türküsü gibi öğrettim seni

Ey bağrımı çarptırıp durduran güzel

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım




Benim de yaşımın küçük olduğu zamanlar oldu

Yazdıklarımdan sebep sakallı çocuk demelerine aldırmadım

Gözlerimde gece ayazının doluluğu vardı

Başımı eğmedim çakal ulumalarına

Göz kırpmadan bir kere bile

Ağlasam kirpiklerim gözlerimin katili olacaklardı

Giydim kara lastiklerimi, ağlayarak çıktım eşikten

Ey yolumu kendisine çeviren güzel

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım




Bir nefeslik havaydın belki de beni hayatta tutacak

Ben seni içime çekmeden sen benim içime dolmadan evvel

Seyranları bekletmedim yüreğime

Bir zifafa takılıp kalmadı aklım

Çarşaf çarşaf çekmişim hasretini yine de

Kınanı sen doğmadan yakıp ellerime

Bir gün geleceğine dair en büyük yalanları gönlüme söyledim

Ey uzaklardaki yakınım güzel

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım



Ey sevmelerimden korkan

Daha sen sevmeyi öğrenmeden

Ben senin türkünü daha sen doğmadan söylemeye başladım



Bekir Kale Ahıskalı

Aralık 2010




////////////////////////////////////////////////



İçimde bir zindan uyuyor



Burnumda mahzen kokusu

Kulaklarımda eski mahkumların çığlıkları

Kırbaç şakırtıları...

Gözyaşı gölcükleri arasında sessizce

Bir avuç sevgiyle geçinmeye çalışan ben



Sevecen bakışlarım dışarıda kaldılar

Gölgesine sığınacağım kuru bir dal da yok

Demir parmakların arasından

Uzanıp öpesim var kapkara bulutları



İçimde bir zindan uyuyor

Yanıbaşında düşünü kurduğum deniz

Başımdan geçen yakıcı bir güneş

Hayal haritamda kendine yer bulamayan hüzünler

Kendilerine vatan arıyorlar



Öperken yalan söylemez dudaklarım

Yeminliler giremezler her dehlizden tenlere

Her tene bırakmadılar ki izlerini

Susuzluk değil onların taşıdığı

Onlar ki istemeden bahar gelmez

Dudaklarından parsel istemeyi bilmezler hala



İstersen avuçlarına dökeyim

Dudaklarımdaki elmasları

Sevgimden hizmetçiler atayayım saraylarına

El pençe durayım yapışayım eteklerine

Yüreğim zebercetten bir kolye gibi gerdanından salınsın

Sen benim tıpkı beklemek gibi bahtım, alınyazımsın



Bekir Kale Ahıskalı

Seher Yolcusu Sebe'yi Düşlemek 44

İçimde bir zindan uyuyor



///////////////////////////////////////



İçimde bir zindan uyuyor



Burnumda mahzen kokusu

Kulaklarımda eski mahkumların çığlıkları

Kırbaç şakırtıları...

Gözyaşı gölcükleri arasında sessizce

Bir avuç sevgiyle geçinmeye çalışan ben



Sevecen bakışlarım dışarıda kaldılar

Gölgesine sığınacağım kuru bir dal da yok

Demir parmakların arasından

Uzanıp öpesim var kapkara bulutları



İçimde bir zindan uyuyor

Yanıbaşında düşünü kurduğum deniz

Başımdan geçen yakıcı bir güneş

Hayal haritamda kendine yer bulamayan hüzünler

Kendilerine vatan arıyorlar



Öperken yalan söylemez dudaklarım

Yeminliler giremezler her dehlizden tenlere

Her tene bırakmadılar ki izlerini

Susuzluk değil onların taşıdığı

Onlar ki istemeden bahar gelmez

Dudaklarından parsel istemeyi bilmezler hala



İstersen avuçlarına dökeyim

Dudaklarımdaki elmasları

Sevgimden hizmetçiler atayayım saraylarına

El pençe durayım yapışayım eteklerine

Yüreğim zebercetten bir kolye gibi gerdanından salınsın

Sen benim tıpkı beklemek gibi bahtım, alınyazımsın



Bekir Kale Ahıskalı

Seher Yolcusu Sebe'yi Düşlemek 44

İçimde bir zindan uyuyor



///////////////////////////////////////



Urfa'da Martı Çığlığı

Ben seni beklerken sen beni terketmişsin
Yalnız kalmış kıyıda bekleyen sandan
Ah! O sesin yok mu senin. O sesin!
Hırçın esen yenilmiş son dal


İsyanlarım örgütleniyor şimdi içimde
Vaveylalar koparıyor yüreğimdeki martı
Her soluk bir hançer, başka biçimde
İbresini tutturamıyor içimdeki tartı


Bu vakitte mi kabarır taşlaşan yürekler
Sen misin bana gelen bir ölüm sabahı
Elinde urgan ile cellat bu vakti mi bekler
Tebessümü neyler insan bastıramıyorsa ahı


Bekir Kale Ahıskalı
Aralık 2010


///////////////////////



Ateş/ten ve köpük/ten...



Suların emzirdiği toprağım ben Sebe

Tüm iklimlerde evvel/ahir ben varım

Kılıç kuşanır uzanırım gökyüzüne

Gözlerinde saklanır diğer yarım



Rüzgara teslim olmuş tüy misali

Töreden payıma düşen

Kırılıp parçalanıp çayıma düşen

Dudağımdan geriye dönen

Evrensel bir döngüsün artık Sebe

El'e giden, yele giden, sele giden sevgili gibi

Bugün sütten kesilmiş bir yavru mahzunluğu var içimde

İhmalleştirilmiş bir ilgiye dönüştürdün beni

Bedeni alınmış bir gölge kadar yıkığım artık



Aldatılmış bir umut değilim elbet

Saygı, sevgi, sadakat

Bir de sabırdan kattım ömrüme

Yüreğimde vefadan bir kılıçla

Bütün alacaklarımın peşine düşerim

Madem insanoğlu maskelemiş sözcükleri

Madem kavramlar böylesine yüzsüzleşmiş

Sevmenin adına dokunmak demişler

Bütün alfabeden vazgeçtim Sebe

Sana dört -S- ile bir -V- borcum var

Saygı, sevgi sadakat, sabır bir de vefa

Senden üç -D- alacağımı da inkar et gitsin

Vazgeçtim düş-döş-duş alacağımdan



Ötesi olmayanlar sevmeyi bilmezler

Oysa bütün ışıklar benden daha yavaşlar

Nerede siyahla çarpışan bir beyaz varsa

Ben başlatmışımdır o savaşı

Öyle bir aşk yaşıyorum ki Sebe

Ne ayak direyeni ne de çöle düşeni kötü bilinmeyecek

Çağdaş bir Mecnun diyecekler bana

Sen ise yaşadığın saraylardan el sallayacaksın

Kudretinden titreyen ahaline…

Bense ateşten ve köpükten sıyırıp ellerimi

Bilmediğin diyarlara düşüreceğim gölgemi



Yakamın altına sakladığım rozet gibi

Hıçkırarak yürüyorum her gün biraz daha sefil olduğum

Yüreğimin sana açılan tek sisli bulvarında

Sol yanım, sen yanım olduğu günden beri

Anlatılamayacak kadar sır bir sancı tepiniyor içimde


Bir ömür okumaya söz verdiğim bu kitabı

Orta yerinde bırakamam Sebe

Yakarırcasına değil, tapınırcasınayım kapında

Üşüdüğümdendir güney kutbunu da görme merakım

Dişlek bir soysuz de değilim elbet

Seni sevmemi veren kudret

Bana diyorsa ki hele bir sabret

Ya dünyada verecek ya da benim olacak ahiret



Büyüler mi yaptırdın bana Sebe

Onurumla oynar oldu notalar

Yoksa kendini yakan bir baca mıdır yüreğim

Hükümlüsüyüm seni sevmelerin

Yandıkça yanıyorum

Sevdikçe seviyorum




Bekir Kale Ahıskalı

Aralık 2010



////////////////



Yusuf'ta öldü şimdi


Anadolu'da doğurmaktan yorulan toprak

Hicaz'da yatmaktan, savrulmaktan yoruluyorsa

Bu çelişkiyle yaşamak

Ayakları testereyle kesilmiş sehpa gibi

Ayakta durmaya çalışmaya benzer



Doğmak mı yaşamın başlangıcıdır

Yaşamak mı ölmenin

Sularına granit yanaklı bir genç kız ayağı dokunmamış

Çaylardan yoksun bir beldede

Yoklama kurşunla olur elbet

Tetiğe dokunur bir el

Namludan fırlar kurşun

Bir ah! sesi gelirse eğer

'Firar etmemiş hâlâ burada' der emir alan bir nefer

Açlıkta böyledir işte

Bir ah! sesi çıkaracak kadar tok olmalı dilenen




Ümmetini dileyen peygamber

Ümmetinden dilenen ümmet

Bakışlarıyla sisteme karşı koyan dilencinin

İçine ateş düşmüştür bir kere ama

Çölde ateş para etmez ki

İklimlere emir

Musa'nın asasına can

Topal karıncaya rızkını veren

Ya dilenmek için dil vermeseydi...

Ne olurdu fukaranın hali

İnsanların sofralarından arta kalan kırıntılar

Karınlarını doyurmaya yetecekken

Dili dilenmeye kurulmuş Hicaz Dilencisi'nin

Midesi zil çalmaya başlayınca

Pompei'nin bir gügüm su gibi kaynattıldığını unutur

Oyuncağının beli burkulan çocuğun ki gibi

İçinde adı hıçkırık olan bir dev tepinir durur



Allah'ın evinde cömertlik

Bal kovanındaki bal gibi olmalıydı

Açlar dilenmek için beklemezken

Cömertler namazın sonunu beklerlermiş

İnsanlar namazdan çıkınca daha mı cömert oluyorlar

Günde beş defa namaz

Kılana çok, dilenene az gibi gelir

Gözleri harama değmemiş ama

Elleri de haraptan çıkmamış bir türlü

Küçük Asya'da Allah'ın evleri aklına düşünce ansızın

Onların nasıl yapıldığını düşünüp Hicaz'dan haykırdı

Şerafesinde ezan okunmayacaktıysanız minarenin

Ne diye huzurunu bozdunuz ki viranenin



Bilmezsin ki

Fukaralık giysisi dünya yaratılırken biçilir

Kim giyerse onun karnında yuvarlanır açlık

Gülmeyi unutan gözlerin sahibinin

Yüzünde tebessüm gecekondularından iz kalmaz

Senin derdin sana yeter Hicaz Dilencisi

Sen yine de geceleri uyuma

Uyku açlığı unutturur belki ama

Unutma

Ayrılıklar gece pay edilir


...


Yusuf'ta öldü şimdi

Ey Yusuf'a yorumu öğreten Tanrı

Fukaranın rüyalarını kim yorumlaycak şimdi



Bekir Kale Ahıskalı

2010


///////////////////////


İbrahim'in tahtayı ilk yonttuğu gün




İklimine küsmüş bir yaşamdır bedevilik

Münzevi bir hayattan

Kapıları aralayıp kaçabilmek varken

Toprağın sıcağına ram ederek bedenin serinliğini

Bir hurma tadımlığı damak kamaşmasıyla takas etmek

Tüm açlığını...





Tıfılları da alıp

Say etmek Safa ile Merve arasında

İklimine inat kıvılcım diyarının

...ve aç bir insana bir lokma vermek

Sahra'da bir su kuyusu bağışlamaktan evla iken

Cömertliğin tüm omuz kaldırışlığıyla takas etmek

Tüm cimriliğini...





Yaratanın kanunu bu

Bir vaktini kaçırırsan secdenin

Bin hesabı vardır bu aymazlığın

Bir vaktini kaçırırsan öğünün

Bir suali yoktur bu çaresizliğin

Kıvrılırken karnında açlık denilen yılmayan bir yılan

Bir diğeri önüne hacı denilen bir sıfatla takas ederken

Tüm faniliğini...





İbrahim'in tahtayı ilk yonttuğu gündür

Senin de başına gün çalsın diye buraya yazılışın

Seheri de ayrı bir yangındır bu mekanın

Neresinden söndürürsen söndür yeniden tutuşur

Tendeki bu yangın

Bir öğünlük sönüşle takas etmek

Tüm serinliğini...





Bir lokma aşkıdır başındaki Hücaz Dilencisi

Bir bakmaya aşk denen bedeviler

Şehvet duvarlarına

Yalancı bir "seviyorum" dövizi asarlarken

Apış aralarından ibaret bir dünyaları varken

Sahte bir kahramanlık nârâsıyla takas etmek

Tüm sessizliğini...





Deist türbanlılar göreceksin Kabe'yi tavaf ederlerken

Ali'yi bilmeyen Alevi'lerle el ele olacaklar belki

...ve secde eden kullar göreceksin

Akşam eteklerini öptüren Tanrı gibi davranacaklar sana

İşte o zaman sen

Omzndaki fakirlik hırkasıyla gurur duyacaksın

Yakacaksın karnındaki açlık yangınını yeniden

Ali gibi kimse bilmeyecek mezarının yerini

Said gibi Urfa'da göz yummayı dileyeceksin dünyaya

Hicazın göklerini bulutlar kaplayacak

...ve ardından binler ağlayacaklar sen gittiğinde







Bekir Kale Ahıskalı

Haziran 2010


////////////////////////



Çığınlar kervan olmuş kazma sesinden

as tutmuş temren*

Amacını unutmuş sebil

Camına küsmüş tül perde

Duvarlara vuruyor bedenini

Can çekişiyor asıldığı yerde




Aklına koymuş bir kere

Şirin'i almadıkça

Dağları rahat bırakmaz Ferhat

Çığınlar kervan olmuş kazma sesinden*

Türkü bilmeyen çoban misali

Yayıyor sürüyü kuru kuruya

Vuruyor kazmayı arka arkaya

Dağ inlermiş neyine





Her sevgili bir kitap verir şaire

Gülüşü dişlerinden daha beyaz olan

Dökülürken nefesler bir bir bedenden

Hangi cönke sığdırılabilirki aşk

Bir sığanıs hırsından gölgesini kovalarken*

Neyzen üfler ney'ine

Ney inlermiş neyine





Ağrı'nın tepesinde kalmış gemi misali

İçinde sancıdan bir gemi var fukara

Ne Yusuf kadar şansı var

Ne de Eyub kadar sabrı

Sönmeyen kıvılcımlar çakar içinde

Önce bir uyku bozumu sancı kıpırdar

Sonra düşleri yetim bırakan sancılar başlar

Pimi çekilmiştir artık uykunun

Düş tutmaz artık





Ey Hicaz Dilencisi sen dersin ki

Ay geceyi terketsede dilensek

Sevgili der ki

Ay geceye kavuşsada dillensek

Mehtap nöbetteymiş neyinize



...



Sen yine de kendini kimsesiz bilme Hicaz Dilencisi

Kim bir uykuya girememiş düş kadar kimsesizdirki...

Ben noktayı bilmez idim

Bir güzelin benini görenen kadar

Gözlerimde beklemekten yorulsa da hasret

Bir anlık bakış ateş pahası

O sebeple bakamam gözlerine

Bu da benim fukaralığım olsun





Bekir Kale Ahıskalı

Mayıs 2010




Temren: Mızrağın ucunda yer alan demir

Cönk: Daha çok şairlerin şiirlerine yer veren aşağıdan yukarıya açılan defter

Sığanıs: Bir çeşit alıcı kuş. İnanışa göre avını yakalayamayınca öfkeden gölgesini kovalarmış

Çığın. Bir yayla kuşu




//////


Aslında birçoğu figürandır kendi oyununda



Kiminin sadakası

Kimisininse tevbesi makbulmuş

Fırından yeni çıkmış bir gönül

Azraili görmeden önceyse bu yaptıkların

Kimse kırdığın fındıklara aldırmazmış

Kimse geride bıraktığın piçlere de bakmazmış

İstediğin kapısından girermişsin cennete


...


Kandilleri takip et, bir de cemiyetleri

İçerinden yılan zehrini andıran zehir nehirleri aksa da

Dilinde kulaktan dolma öğrendiğin

Bir kaç ilmihali bilgi olsun

Sakallarını uzat ve arada sıvazla

Bir de az sıcağa katlanmayı göze al

Hicaz'a gitmeden önce duyurmaya başla

Döndüğünde "Hacı" demelerini sağladınmı

Bir de gözlerin gördüğü zamanlarda vakit namazlarını takip ettinmi

En seçkin sofralara davet edilir

İstediğin zengini hamal yaparsın cenazene




Bütün uçkur hesaplarını kapatmak için

Her secdeyi

Tanrıyla ötelere ait bir pazarlık kabul ettikten sonra

Gırtlağından yakalamış gibi benliğini

Dilde bir tevbe

Boynuna da biraz büküklük vermeyi unutma

Geceleri ışıklarını açık bırak

Öğlene kadar uyumanın kılıfı

"Gece namazı kıldım sabah kalkamadım" olur

Tembelliğin en geçerli mazereti budur

Arada üç beş kuruşuna kıy mevlit okut

Süleyman Çelebi'yi de anmayı unutma

Nasıl olsa aç millet

Bir kez daha karın doyurmak için

"Nasıl bilirdiniz?" sorusuna

"İyi bilirdik!" cevabını verecektir

İşte sana ileride "iyi" diye anılacağın tertemiz bir sicil




Ey gönlü mâmur, görünüşü virane Hicaz Dilencisi

Hayat böyle yüzlerce riyakar yüz besler koynunda

Aslında bir çoğu figürandır kendi oyununda






Bekir Kale Ahıskalı

Haziran 2010


////////////////////



Tilil*



Refia'ya




Kalplerin mutmain, geniş olduğu yerde

Gözlerden kaldırılır ayrılık denen perde

Biraz gençliğine, biraz da deliliğe ver de


Gel ninniler dinle dağların rüzgarından

Gel de sıyrıl dünyanın derin kahrından



Derdine derman olur, saklama dök içini

Aynaya gerek olmaz burada çıkar tacını

Eğilip durgun sulara bakarak tara saçını


Rüzgarı dermandır dizginden boşanır gelir

Deva diye kış bitmeden bahar boşalır gelir



Ne Köroğlu yol keser, ne eşkiya gezer

Tavşan bile bu dağlarda ürkmeden gezer

Çocuğu sandal toplar, güzeli salınır gezer


Bir şairin henüz yazılmamış sayfası burası

Bir kelime daha dizilmeden anlaşılır manası



Temmuz'da Cin Dağı'nda erimemiş kar olur

Eteklerine in, sönmemiştir avuç avuç har olur

Yerden pınarlar kaynar, derdine derman olur


Kendini toprağa bırakır, aşağıya süzülür gelir

Bu diyardaki çiçekler, kökünden bile bal verir



Kendini kasmayan, hep akan zamanlar vardır

Gölgesine aşık olan koca koca çınarlar vardır

Burada yıllara eş günler, aylar, haftalar vardır


Gökten yıldız iner, yalın ayak dolanır yerde

Asıl deli odur eğer sevda taşımıyorsa serde



Ellerine kına yakmış gelini, seyran eder güzeli

Bir gönül açılalı bu düzlüğe, ayak basıp gezeli

Gönül sevdiğine varmadan can vermemiş ezeli


Yaylasında çoban, çeşmesine ekmek doğramış

Bir ulu geçmiş buradan, bu yerlere sultan uğramış



Kahvaltıyı sıcak puntruş, yağ, bal, kaymakla yapıp

Odun ateşinde çay demleyip, taze sütü kaynatıp

Osman Bey'in pınarında at oynatıp, karpuz çatlatıp


Akan çayına bak dağları yara yara dörtnala gider

Küstürdük mü acep onu, bir mechul diyara gider



Kulağını toprağa ver nal sesi duyulur tarihin ötelerinden

Hikayeler dinlersin, kamçıdan, kılıçtan, nal seslerinden

Yine de sevinç yaşları akar, öpecek olsan gözlerinden



Seher'de söylenenle, Seher'e söylenen türkü başkadır

Yürekler başka çarpar burada, aşklar başka başkadır




Bekir Kale Ahıskalı

Kasım 2010




////////////


Hicaz Dilencisi


Sevgiyi doğuran gözler

Yaşatan sözlerdi
Gönül tokluğunaydı aşkı
Aşkı kime anlatsa anlamayacak
Anlıyormuş gibi yapacaklardı


Hicaz dilencisi
Ölümü bilmezdi, öldürmeyi de
Birini sevinceye kadar
Özlediği kadar sever
Sevdiği kadar özlerdi
Ebcedi tutturamadı bir kere
Sabahları görmüş olmasa
Karanlıklar koymazdı ona


Gemsiz atlılar geçiyordu yüreğinden
En derin mavisi kirlenmişti gönül denizinin
Çölde yalınayak
Çölde yalvararak
Tanrı armağanı fukaralığıyla
Şiltesizdi bütün yaşamı
Bozbulanık akanın huyu suyu belliydi
Durgun akan nehirlerden korkuyordu


Her şeye yeniden başlayacaktı
Düşen yıldızını bulmaya gidiyordu
Dudakları da olmasa
Süt beyazı düşlerine
Zift karası küfürler yaklaşıyordu
Önce küfredecekti.
Kurduğu bağdaşı bozup çölü terkedecekti
Bir sır kadar güzel/miş
Sövmek isteyip sövemediği


Erkendi...
Aynalarda uyanmamıştı fukaralığı
Kendinde değildi, uyuyordu gözleri
Kendine gelince fukaralığını hatırlayacak
Tüfek çatar gibi çatacaktı kaşlarını
Abdestsiz çıkmazdı dilenmeye
Bilmezdi ki zenginin cimrisine el
İnsanın sevgisizine gönül açılmayacağını
Çocuklarının ağlamasına uyandı birden
Derin bir nefesle sarhoş edercesine ciğerlerini
Sonra bir ah çekti ki
Dilsiz bir gecenin mağara kapısı ağzından
Bir dağın lav kusmasını andırıyordu
Avuç içlerine sığdırmaya çalıştı dudaklarını


Düşü ve dönüşü olmayan Hicaz Dilencisi
Paslı bir döşe hamallık etmekten usanmıştı
Bir gün, bir yıl, bir ömür
Yitirmemecesine bulmak tokluğu
Cimri değildi ki cömerdi kıskansın
Adı çıkmıştı bir kere
Geceyi beklemez
Günün her saatinde yalvarırdı Tanrıya
Küçük Asya kadınlarının elleri gibiydi elleri
Bir kez daha açtı ellerini


Önce "beklemek"
Sonra "sabrın sonu selamettir" yalanı
Hangi yalandı onu uzak şehirlerde
Karnı tok diye anlatan
En büyük yalan buydu işte
Her gece omuz başlarını öpüyordu fukaralığın
Toprağı kurak olanlar serin yağmurlar beklerler
Ah! Senin kaç yatak adresin var fukaralık
Kaç adreste istenmiyorsun' diye mırıldandı

Fakirliğin resmini yaptığı gün gecesiz kalacaktı belki de
'Elleri ölmüş ressam
Gözlerine sahip ol!
Gözlerin gözlerime sızıyor' dedi birden
Hicaz'da ekmek dilenmek
Sevgi dağıtmaktan daha kolaydı
İnsan yığınları akmıştı bu beldeye
Tanrıyı yakın olmaya geliyorlardı
Tanrı'nın emirlerinin bazılarını unutup

İçerisinde sevgi olmadıktan sonra
Veysel'in gözleri görse de sevmezdi belki
Sevgi dileniyordu Kays
Bu yüzden Hicaz'ın en büyük dilencisiydi


Bekir Kale Ahıskalı
2010




//////////////


Çobanın dudağında sesiyle coşan bir kaval gördüm


Kalın bir vücuddan sızan
İnce hayal gibiler
İsteseler doyururlar
Verdiğini sayar gibiler
Bu nasıl bir bakıştır
Derini senden soyar gibiler


İki kapılı bir han
Nerede doğdun, nerede biter yaşam
Üryan, urbasız gelirsin dünyaya
Bir ceviz tabutla gidersin dünyadan
Geldin ağladın, giderken ağlarlar
Arkandan iki gün karalar bağlarlar
Sonra gittiğini unutup çalıp oynarlar
Sen dilencisin kimse unutmaz seni
Bir fukara vardı derler,
El açar dilenirdi
Acıyan üç beş kuruş verirdi de
Acımayan kendisini
Hiç ölmeyecek bilirdi
Oysa ağlayarak yolcu edilirdi her giden
Ne oldu da şimdi alkış kopuyor birden


İnsana bu dünyanın bütün vereceği
Gelirken beyaz kundak, giderken beyaz kefen
Zamanın hemen dolar sen çok erken diyorken
Baharı bilmeyenler sonbaharda gamlanmaz
Ocağı tütmeyenler, sönmüş küle ağlamaz

Üç yarası var üç farklı yerinde
Biri yokluk, yazılı kaderinde
Biri soğuk, yel eser teninde
Biri de açlık, sızlıyor içinde
Kim akıl erdirebilir ki yazılmış bu bilmeceye
Kapkara bir kalemle karalanmış kara geceye
Fukara buydu işte dağların bitesinde
Bir de kadın vardı dağların ötesinde
Nasıl dursun ki
Bir kadın gel desin de
Yokluk işte, bir de kara cahillik
Ne bileyim evi sıcak olsa belki
Isınmak için bu kadar sokulmazdı eşine
Onun da yakınında iki ak güvercin tüner
Yine de eşine uzaktan da uzak dursa yeter
Bilmez ki "fukaranın ektiği değil, dürttüğü biter"
Fukaraydı derdi çoktu, içecek parası yoktu
Yine de gönlü zengindi
Neyi varsa paylaşırdı
Fukaranın sofrasında bir kaşık fazlaydı hep
Zenginin aç koyduğunu fakir doyururdu hep


Bir kızı vardı Hicaz Dilecisi'nin
Erken kesilmişti memeden
Ne kadar emse bir damla süt akmazdı
Kısır inek memesi gibiydi anasının memesi
Aç büyümüştü, geç giymişti fistanı
Baharı görmeden talan edilmişti bostanı
Meyveleri solmuştu dalında kızarmadan
Onda da bağı erken bozulanın matemi vardı
Cehaletin adına kader denilen diyar bu diyardı


Çobanın dudağında sesiyle coşan bir kaval gördüm
Gözlerimi uyutup ben, kulaklarımla bir hayal gördüm
Göğsüne dayamıştı başını yaslı bir kadın
Onu göğsünde okşuyordu yaşlı bir kadın


Bekir Kale Ahıskalı
2010



///////



Remmalcının hesabını bir rüzgar bozar


Kiracılığı iyi bilirim
Benim de annemin karnında dokuz ay
Annemin yüzüne bakamadan kalmışlığım var


Açlığa isyan etme
Nebi'n de bu topraklarda açtı
Karnına bağladığı yumruk kadar taştı
İsyan etme Hicaz Dilencisi


Yalnızlığını unut
Git açlığınla elleş diyorum
Bırak cimriden dilenmeyi
Onun vereceği bir leş diyorum
Oturma çalış çabala yine
Elden geleceğe güven hele
Arkandan konuşur kalleş diyorum

Adını sorana derdini deme
Sarhoş narası değil ki bu açlık
Son yudumdan sonra boşaltasın avazını
Bir gün gelir feleğin de güzgüleri kırılır
Remmalcının hesabını bir rüzgar bozar



Bekir Kale Ahıskalı
Haziran 2010


Güzgü: Ayna
Remmalcı: Kum falcısı


/////////////////////


Sürgün edilmek adem'in sünneti olur



Adem Havva'yı öpüyorsa gönül çukurundan
Yaratan böyle münasip görmüş bir kere
Kime ne bundan


Niyet edilmiş bir kere asılı duranı tadmaya
Bir el uzanır dalda duran asmaya
Bir kaşmer sırıtışı düşer İblis'in dudaklarına
Yaratıcı da küser, öfkelenir kendi kuluna
Bir salkımı çok görmek değildir adı bunun
Ram olmasını sağlamaktır kulunun

İşte o zamandan beri
Sürgün edilmek Adem'in sünneti olur
ve Adem'i, Havva ile sürmek mi?
İşte gerçek adelet budur


Uğruna sügün edileceğin bir Havva yoksa hayatında
Bir de sürgün yollayan adil değilse eğer
Olduğun yerde kalmaktır yaşam denen dürdane


Hayatı olduğun yerde yaşa Hicaz Dilencisi
Yoksa tasma deyip geçmemek lazım
Kimi kuduzdur, kimisi de saray bekçisi


Sanma hayat hallaç
Elini mert olana
Gönlünü kıymet bilene aç
Yeter ki Havva'yı dillere düşürme




Bekir Kale Ahıskalı
Haziran 2010





///////////////////////



Ruhu Fahişeleşmiş bir bakire

Ruhu fahişeleşmiş bir bakire
Ezber bozan sözlerle dua etmeye çalışır
Secde ederken isyan eden adam
Kendi evine matemi düşmemiş ölüdür belki
Su yüzü görmemiş kornalarda kir varken
Ayaklarıyla kıyıyı döveceğine deniz
Son perdeden çıkan bir inilti tutturur


Martı ağlaşmaları havayı yalar birden
…ve sessizlikten bir parça daha kopar
Etekleri öpülürken bir mağrurun
Gözlerine kibir düşer
Bir an ayaklanır gururu
Bin kez yere düşer insanlığı
İçine bir güzelin silüeti düşmemiş ayna
Kasılmaktan çatlar
Bir gün gelir
Sen de
Ben de
O da
Dilenen de
Dillenen de
Dirhem veren de
Toprak kokmaya başlayınca

Gökleri ağlatmaya gücü yeten
Gözleri denize değmemiş kuruluktaki
Gönülleri de güldürür belki


Bekir Kale Ahıskalı
Mayıs 2010


///////////////////



Umut bitmeyen bir lokmadır kartala pençesiyle kargaya leşle gelir



Yüze oturmayan bir bir tebessüme kanarak
Korkularından düşük yapmak niye
Lügatlardaki candan olmayan sözcüklere kanarak
Elimdeki aynaya küsme dilenci
Sana kim olduğunu en doğru o söyler


Düşüne soktuysan bir güzeli
Alevi bir renge döndüyse yüreğin
Dudaklarındaki tadın tamamlandığı gecelerin varsa
Yeni bir gerdek bekleme
Kulağındaki fısıltılı sözcüklere küsme dilenci
İnsana en güzel yelleri onlar estirir


Hayatın kulak memesi kadar yumuşak tarafı da var
Gün çaldıkça olgunlaşan yanları gibi
Gün çaldıkça solgunlaşan yanları da olacak
Hızlı ve kesik soluklara da küsme dilenci
Bedene en güzel türküyü onlar söyler


Senin ki düşlerinde arpa ekmeği
Bırak zenginin düşünü süslesin havyar
Zenginin gözü doymaz
Fakirin ise karnı
Sana sırtını dünenlere küsme dilenci
Senden gidenin götürdüğü
Gelirken getirdiği değer kadardır


Umut bitmeyen bir lokmadır
Ay'la, Güneş'le gelir
Kimine hayatın baharında
Kimine kışla gelir
Kartala pençesiyle
Kargaya leşle gelir
Aşk; sevmesini bilene dilenci
Candan yanan alevi bir ateşle gelir




Bekir Kale Ahıskalı
Mayıs 2010




////////



Zafira zindan'ı*



Refia'ya


Taş yastık
Kader arkadaşı yorgan
Kemikten sıyrılmış et
Dünyaya zindan
Bekaya davetli Hicaz Dilencisi
Karnında sırma sırma açlık
Üzerinde tek yırtık olmayan şey fukaralık


Bir ucu yanık mendili andıran sevda
Hasretini büyütmek sevgilinin
Her solukta ayrılığı ma'slamak
Hicaz'ın mehtabını bilmeden
Güneşinde kavrulmak
Sabahında dilenmek
Akşamında ağlayarak dillenmek
Bir resme poz verecek kadar dahi gülememek



Seher Yeli
Taş yastıklara başını vurmadan gelseydin bari
Nereden geliyorsun böyle
Neden bu kadar geciktin ki



Ah Hicaz Dilencisi
Bilmez misin sen Yusuf zulmün yetimidir
Yüzünü görmek Züleyha'ya bile yetmemişken
Bir düş yorumundan başka birşey bekleme
Bırak Zafira ağırlasın Yusuf'u
Sen içindeki ateşe bir ocak bul
Dili bağlanmış Şeyda Bülbül'ün
Bu hasret türküsünü söylemek bize düştü



Seher Yeli
Bak yine sabah olmak üzere
Ellerin nerede
Takvimimizden bir yaprak daha düşmeden
Gözlerini okşayıp sevgilinin
Öyle bir buse çalıp getir ki
Bari buseye doysun bu dilenci
Nasılsa kokusundan doyacağı
Sevgiliden yadigar bir tutam saçı yok koynunda
Sabah olsun da
Yine dil(l)ensin Şeyda Bülbül gibi sevgili




Bekir Kale Ahıskalı
Mayıs 2010


////////////////



Keşke yafes yüzme bilmeseydi...



İnsanlar büyüdükçe günahları da büyür
Büyüdükçe insan, masumluğu küçülür


Her insanın dilenmişliği vardır
Yüreğimizde saf tutan dilenciliğimizle
Saklanıyoruz gözlerimizin arkasına
Ne dilenmedik ki bizler
Çocukken ilgi, harçlık
Mekteplerde bilgi dilendik
Ergenlikte erkekliği, aşkı
Yorulduğumuzda dinlenmeyi
Uykulara doyunca sabahları dilendik



Berdel yaşayan bir tabuttu
Töre içlerinde taptıkları puttu,
Kara gözlü bedeviyi bekliyordu Kıptî bir kadın
Üzeri hiçbir zaman dolmamış bir sofrayı kaldırıp
Yamalı bir kumaş serip yerine
Yırtık çoraplarını çıkarıp
Bedenini serecekti üzerine
Kilit vurup dudaklarına
Vazifesini yapacaktı erine
Alnına silah dayanmış serçe kadar çaresizdi
Vursalar iki damla kan akacaktı oysa
Kılcal damarlarından Nil akamazdı ki
Bardağa ilk düşen damla kadar şaşkındı
Dört nala koşmayan, kişnemeyen ölü atlar gibi
Yere serilip yatacaktı bir süre



Bir çocuk görürsünüz
Saçları çırılçıplaktır
Dişlerinden süt akar bu zenci çocuğun
Teni hurma renginden biraz daha aktır
Sonra Küçük Asya'dan gelen
Beyaz tenli bir adam gelir yanına
Dört eşiyle
Altın dişiyle
Böbürlenerek yürüyüşüyle



İçte isyankâr, dilde tevbekâr
Bastıramadığı iç isyanlarıyla
Bir asiydi Hicaz'lı
Evinde aç, açık çocukları vardı
Gururunu çğneyip
Bir kez daha el açıp
Ağlayarak yalvardı
Bugün de bir ekmek parası çok görüldü
El açtı diye aşağılandı, hor görüldü



Küfrü bağırarak
Sevgiyi fısıldayarak söyleyenlerin mahkemesinden
Kimse bir af çıkmasını beklememeliydi
Çaresiz bir babanım idam fermanı
Sofra başında verilmeliydi
İki kaşının arasına çöreklenen şeyle
Düşlerini sıktı Kıpti kadın
Sonra odasına kapandı



Burası Hicaz'dı
Ümmetin zenginlerinin geldiği yerdi
Nasıl olsa fukaranın hakkı unutulmuştu
Peygamber çoktan ölmüştü
Ömer yoktu, Ali'de yoktu
Fukaralık cezasını tamamlayınca
Yalnızlık hakkını da çekecekti
Yaşamanın sezonu bitecek
Ölmek vakti de gelecekti Hicaz Dilencisi'nin



O'da Yafes gibi
Hem ümmetti, hem evlattı
Ağzıyla yiyenler görmüştü
Gözleriyle yiyenlerin yanında çok masumdular
Gözleri doldu Hicaz Dilenci'sinin
Gözlerinde tufanlar koparacakken
Yafes'i düşündü birden
"Keşke Yafes yüzme bilmeseydi" dedi.*





Bekir Kale Ahıskalı
2010


Küçük Asya: Latince kaynaklarda Anadolu'ya verilen ad
Yafes: Nuh Peygamberin evladıdır. Rivayet odur ki: Nuh Peygamber oğlu Yafes'e tufan
kopacağını gemiye binmesini söylediğinde "tufan kopsa ne olur ben yüzme biliyorum"
diyerek gemiye binmemiş ve tufanda boğulmuştur.


///////////////////



Ahıska dilsizi (eos)


Hiram-ı aşk derin olur

Devası zor bulunur

Yüzyılın karın ağrısıdır ihanet
Bu yüzden uzaktır bize cennet




Çiçeği burnunda bir kızcağız değilsin artık
Yüzünden dolup taşan tebessümlerini gizlemeden
Diline kabasaba olmayan sözcükler toplanmasını da
Acı baldıran otunu andıran dudaklarına
Hoş sözlerden tatlar giydirmesini de öğrendin
Yanına üç-beş kitap al
Kızılağaç dibine devrilmeden git




Sen yarını/nı hesapla
Diğer yarını bana bıraktın
Nasılsa Lethe'den bir kase içer unutursun
Bense payıma düşen yalnızlığı çekerim
Git artık Lucifer'i de bırak
Eos uyanmadan git ama unutma
Bir daha akşam olmadan Vesper'i göremeyeceksin






Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Üçlemesi-3





Hiram-ı aşk: Aşk uçurumu
Eos: Tan tanrıçası
Lethe: Yer altında aktığına, suyunun geçmişi unutturduğuna inanılan nehir



///////



Ahıska sağırı vesper


İçi tasnifli

Dışı abartılı tasvirli bir bedenden gerisi
İptidai kavimlerin sanatıymış sanatım
Kulaklarım "Ahıska Sağırı"
Kör bir şairin gözleriymiş gözlerim
Dışa üflenen, içe çekilen
Her yanı yangın bu nefesim
Sömürgeci bir bakış kadar
Gözlerime bakan nazlı bir hasretten
Yere doğru akan duvarlar gördüm


Mayası bozulmuş insanlar gördüm
Tat alıryorlardı her türlü eylemden
Yeter ki içerisinde suç olsun
Hora giden herşey
Onlarda hoşa giden oluyordu
Katırın gerisini andıran sırıtışları vardı
Şimendifer gürültüsünü andırıyordu sesleri
Ne kadar puslu hava varsa
Hiçbirinden eksik olmuyorlardı
Malı esirgemeyene esir olan erkekler gördüm
Bire bin veriryordu yasadışı ilişkileri
Aklı dilinde
Dili belinde
Eli mahreminde
Düşlerinde şehvetini satan
Kasıklarından havlayan şairler gördüm
Sözde ağırbaşlı nam-ı uslu
Sözde sapına kadar namuslu
Arslan gibi kükrediğini sanan
Avluda uluyan çakallar gördüm
Ağızlarında işeyen kadınlar gibiydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler



Şaireler tanıdım
Ne alınları terliyor
Ne de gözleri nemleniyordu
Bir sızı düşmemişti gögüslerine
Memelerinden karanlık emziriyorlardı
Yanlarından hiçbir zaman ayırmadıkları
Terlemeyi bile unutmuş tenleri vardı
Sanki akan tüm nehirler onların arzularından oluşuyordu
Onlar öyle sanıyorlardı
Kimseden esirgemedikleri etleri vardı
Uçan kuşa kanadı kırık
Yaralı yatan ceylana dinleniyor derlerdi
Yenisi gelince öncekinin adına eski diyorlardı
Neresinden bakarsan bak iffetsizdiler
Salyaları gemilerin yüzeceği kadardı
Konuştukça tatmin oluyorlardı
Kiminin heryeri fahişeydi
Kiminin dudakları, kiminin gözleri
Pontus gibi deviniyorlardı
Aynı mevsimin kapısında nöbet tutuyorlardı
Her mevsim fahişeydiler
İblisi yanları vardı ondan da beterdiler


Kızıl tipler tanıdım
Parası olunca ya evlenen yada adam vuran
Yurdumun dağlarına tutunmuş bir sürü hainin
Salon marksistlerine peşkeş çekilmiş koltuklarını gördüm
Aynaya bakmayı bilmeyen ihtiyarların
Sapıklıklarının adına berdel diyorlardı
Babasından daha yaşlı adamlara
Bilmem kaçıncı eş olarak gelin verilen
Üzerine hiçbir şey farz olmayan kızları gördüm
Bunlara alkış tutan suhyeleri, akılsızları gördüm


Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Üçlemesi-2



Suhye: Maskara
Pontus: Karadeniz
Vesper: Akşam Yıldızı


////////


Ahıska Âması lucifer


Hikayeler birbirine benzer aslında
İnsan önce beyazın kirini görür
Oysa her renk aynı oranda kirlenir
Aldatıla, yanıla böyle;
Sevenin tutkusu artar da artar
Sevecenliği azalırken gitgide
Azrail'in ayak sesleri de olmasa
Herşeyde suskunluk olur, her yer ıssızlaşır
Okyanusa koşan nehirler gibi
Aklar saçlara kırılmadan akarken
Yerinden oynatılan bir kaya gibi
Tüm ağırlığını kaybettiğini sanır insan
Önce senin için birileri ihmal edilir
Sonra sen ihmal edilirsin birileri için


Bir sevgiliye isteyerek tutunmalı insan
Asmayı ayakta tutan karaağaçla sıkıfıkılığıdır
Yoksa desteksiz yetişen asmanın
Yüzü yerden kalkmaz meyveleri köküne değer
Hiçbir zaman doğrulamaz
Kötü huylu deniz gibi istenmediği halde
Toprağın eteklerine tutunursa eğer
Ne toprak mutlu olur bu sarkıntılıktan
Ne kayalar koynunda yosun besleyebilirler
Babasının töresini yaşayan insan
"Ötekidir" hayatın eskimeyen yanıyla
Yaşamın sillesi bu
Baba sillesine benzemez
Ayak köküne kadar iner, ense köküne değil


İnsan isterse eğer
Üzerindeki paçavralarla da mutlu olabilir
Ruhunun bekaretini tacizlerle bozdurmadan
Bir aşığın dudağında inleyen ney
Sazlıklarda yaşayan bir kamış olmayı özlerken
Kaldırımlarına yabancı bir kadın ayağı basmış sokak
Ne kaybeder ki bağlı olduğu caddeye olan sadakatinden
Eşiği aşınır insanın, Cerme gibi sinelerinin üzerinde
Tilil gibi bir ova beslerken
Soğuk soğuk terler insan
Kesikkaya'dan düşecekmiş gibi
Yüreğinde başedilmez isyanlarla
Tatlı suların balığı gibi çırpınır
Sonra gönül çukuru
Kuzu yatağı misali karın en son eridiği yerdir
Bir buseyle değişir bütün mevsimleri



Yalnız bir yele
Bir de akan suya yazmalı kadının sözü
Kadın iki kere
Erkek bir kere hak eder ak giysileri
Evlilik ölüme benzemese
Erkeğe giderken de beyaz giyer mi kadın
Uzun bir günün bilmem kaçıncı saatinde
Kadınsı gevşemelere yer verip
Nasıl bir suç işlediğini bilmeden
Her buse ilahi bir yemek diye
Bir sevda edinirken adı yalnızlık olan
Mutluluk sağılırken iyidir bir erkek
Saçlarını tutan yazmayı aradığında
Kızlığından bir yontu kalmaz artık
...ve doyurunca bir erkek tutkularını
Korkusu kalmayacak söylediklerinden
İlkyaz meltemleriyle sevişirken renk renk yıldızlar
Bedeli ağır ödenmiş başkaldırısıyla
Tuzlu bir dağa terk edilince insan
Sıradağlar gibi olan kaşları öfkeden kızıla dönerce
İşte o zaman
Korkudan içindeki çocuğu düşürür insan
Her şeyde bir suskunluk olur, her yer ıssızlaşır
Azrail'in ayak sesleri de olmasa...


Bak dinle!
Yunus'ta sensin Mevlana'da
Geçmiş geçmişte kaldı
Avrupa'dan gelmez dedenin kişneyen at sesleri
…ve bir Arap selam durmaz sana
Yetimisin diye Osman'ın
Bir elinde güneş diğerinde ay
Etrafında dönmez Mevlana
Yunus gezmez dağlarında
Yeri de göğü de yaratan Mevla
Rahmet yerden yağarken
Gökyüzünden rahmet arama
Başını önüne eğeceğin günler de gelir insanın
Herkese, herşeye peki dercesine susacağı günler de

Dinliyor musun?
Yok belki de dinlemiyorsun
Aşk bir bedene bürünmüş, aşık bir gevene dolanmış
Kanattıkça her yerini
Keyifle inliyor
Böyle dursun bu gece
Yıllar kaynaktan akarcasına geçedursun
Ladas'ın bacakları da yetmez artık koşmaya
Ne de olsa
Taşı kırılmış musallaya uğrayan son yolcuyum ben




Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2010
Ahıska Üçlemesi-1




////////



Döşek Kertmesi



Yollarını bağladı yokluk denen kara delikler
Gücün efendileri eşiğe bir kerte koyup gittiler
Yetimin başına uzanmayan elleri vardı
Sen anarahmine düştüğün günde
Beşiğine bir kerte koyup gittiler
Dağlarına yol vuran sendin
El ele tutuştun, damla damla ter dizdin
Önündeki kışa dişin bilerdin
Yoluna bir kerte koyup gittiler
Turna'nın göç mevsimi çoktan gelmişti
Dallarına yel değmiş, hazan rengi düşmüştü
Bağların salkım salkım meyve vermişti
yazına bir kerte koyup gittiler
Selam salmıştın tüm yurda
Daha dün söz kesmiştin burda
Kısır toprakların doğurur da
ovana bir kerte koyup gittiler
Kayaların yosun bile turmazdı
Dalında gül açmaz, bülbül durmazdı
Ne zamanki etrafı mis kokuların sardı
Bağına bir kerte koyup gittiler
Zaman denen aç bir canavardı
Damarından kan içer, hayat sürerdi
Bilmemki bu hayat sana ne verdi
Ömrüne bir kerte koyup gittiler
Hicaz Dilencisi rahat senin neyine
Dem yerine zehir kattı çayına
Yolları bir kere düşmedi koynuna
Döşeğine bir kerte koyup gittiler



Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2010



///////////////////



Kadınlar


Kimi; anne olur gider, kimi anne olmaya
Kimi; çiçek olur gider, açmışken solmaya
Kimi; çıplaktır, kalmaktan utanır gider
Kimi; bir burka ardında unutulur gider

Kimi; üzüntüsünden sütü kesildiğinden gider
Kimi; derdinden bir maraza tutulduğundan
Kiminin yüzünü kahpe bir kurşun sıyırır
Kimi; bir ihanetin izini sürerek gider

Kimi; kötü alışkanlıklarından gider
Kimi; kötü alışkanlıklardan bıkar da gider
Kimi yüzsüzdür, yüz yüz bulmaya görsün
Kimi; yüzünü kaybeder bulamayınca gider

Kimi; ileriyi göremediğinden gider
Kimi; bir daha geriye dönemediğinden
Mesnetsiz bir lafa kananı da var
Kimi; kalmayı bilemediğinden gider

Kimi; bir adam bulunca gider
Kimi; adamlıktan çıkanı bırakarak
Temmuz'da dağına kar yağanı da var
Kimi; kafasına bir kurşun sıkarak gider

Kimi; boş bir hayale kapılır gider
Kimi; bir yanlışa tutunur gider
Deryada yılana sarılan da var
Kimi; bir kadehe satılır gider

Kimi; sevmeyi bilemediğinden gider
Kimi; sevmediğinden sevdiğine
Sevginin aynasını görmeyen de var
Kimi; aynada kendiği göremez gider


Dilenip gideni de var
Dillenip gideni de
Bir âmâyı rehber edineni de var
Bir âmâ kadar göremeyeni de
Bir kadının kime gittiği kadar
Kimden geldiği de önemlidir Hicaz Dilencisi

Bekir Kale Ahıskalı
2 Ekim 2010




///////////////////////



Benim Babam


Bir çocuk daha doğmadan ölürse babası

O çocuk bilemez ölen babaya tutulacak yası



Azrail'le olan buluşmasını

Öne almaya çalışan bir adamdı benim babam

Anın değil, yarının tasasını yaşardı

Ele durgundu benim babam, bize taşardı

Yaz üşümeleri vardı babamın

Hem olgunlaştırır hem solgunlaştırırdı bu üşümeler



Ölümden korkmazdı, acelesi vardı belli ki

Kendisi gitmeden gözlerini yolladı gideceği yere

Korkuyordum bir gün kulaklarına da suskunluk düşerse diye

Sonra sol bacağı öldü bir Temmuz günü

Uzuvları ölürken birer ikişer

"Ölüm bu oğul, kimine hayırdır kimine şer" derdi



Mina'nın eteklerine tutunan çakılın

Bu kaçıncı fırlatılışıdır İblis'e

Atılan taşın kaçıncı olduğunu saymaz kimse

Bağrına sağlanan bedenlerden beslenen

Bir mücrimin ayaklarında inleyen toprak

Bıraksalar arşa çıkıp ağlayacak



Ey nazlı ölüm! cilven kime böyle

Azrail'le halay çeker babam sıratta

Sen istediğin türkünü söyle


Hayata öksüz, fukara başlamıştı

Hicaz'ı da görmüştü, İblis'i taşlamıştı

Ne haktan ayrıldı ne hakikatten

Bedeni ölmeden ruhu cennetteydi çoktan




Benim babamın

Gözleri görmez, elleri tutmazdı ama iyi bir adamdı

Sıratı koşarak geçen, tek bacaklı âmâ bir adamdı



Ben babamdan farklı olarak babamı gördüm

Kaybettiğim gün anladımki ben öksüz oldum

Kırıldı kanadım, dağıldı yurdum

Ben babamın oğluyum

Daha dün azrail'i düşümde gördüm

"Geç kalma" diye tembihte bulundum




Bekir Kale Ahıskalı

Eylül 2010




///////////////////////



Koynumda Yatan Olası


İsterim başımda dumanı tütsün

Sürgün yüreğime vatan olası

Bir gülüşü var sormayın gitsin

Soyunup koynumda yatan olası



Ürkek ceylan gibi tezip kaçacak

Kanatları olsa uzaklara uçacak

Her nereye diksem yine açacak

Çorak toprağımda biten olası



Bu sevda beni iflah etmeden

Ayrılık yoluma çıkıp bitmeden

Tüten ocağıma incir dikmeden

Kırılacak kalemimi tutan olası



Harmanladı yazım ile kışımı

Zor eyledi kolay olan işimi

Ağarttı saçımı çekti dişimi

Ölümü ömrüme katan olası



Beddua etmem dilim lal olur

Güzelliği beni kurutur durur

Sevda oku birgün onu da vurur

Hasbahçelerde diken olası



Koklayıp koklayıp cilve ederse

Hani şöyle bakıp çekip giderse

Bir bakışıyla beni yerlere serse

Titrek dudağımdan öpen olası


Boynuma kementi taktı bir kere

Götürmezmi beni de gittiği yere

Madem eriyorum göz göre göre

Köle pazarında satan olası


Duydum Erciyes'in boranı oymuş

Hasta olan kalbimin soranı oymuş

Üstümü beslemiş, altımı oymuş

Salamı ilk evvel duyan olası




Bekir Kale Ahıskalı

Haziran 2010





//////////////////////



Bir gidişe şerh


İçtikten sonra bu zehri
Yıktıktan sonra bu şehri
Düştükten sonra bu şerh-i
Git
Bir daha dönme sakın


Duvara çal sazını
Arşa yay avazını
Bir daha çektirme nazını
Git
Bir daha dönme sakın




Git kavuş çiçeğine
Yiğidine köçeğine
Yaş düşecek leçeğine
Git
Sakın dönme bir daha



Lazım değil bedduan
Ne selamın ne duan
Ne hatırla ne de an
Git
Bir daha dönme sakın


Bekir Kale Ahıskalı
Haziran 2010



//////////


Nesini bekler insan yalan dünyanın


İklimsiz sevdaysa zaman, mevsimlerin aksine
Gözlerinde pişen heves
İntihara meyilli sözcükler dudaklar lalsa
Meramsız bir bekleyişçe sarılan ümitler
Raflardan inip yaşama geçmekdkçe
İklimlerden şarkılar derlip dudaklara sermeden
Nesini bekler insan yalan dünyanın


Leylaklar boyun bükmüşse kızıl güneşe
Vuslatın kapısı kapanmışsa yüzlere
Duaya eçilen eller inmeden
Yüzler gülmüyorsa
Adet edinilen ayrılık
Bir seyrana dönmüyorsa
Matemini kaldırmadan ihanetlerin
Nesini bekler insan yalan dünyanın


Nedensiz değil sevdalar
Eksik parçasını bulunca tamamlanır insan
Sırrını gözlerinde taşıyan
Narlar söndürüyorsa gözlerinde
Loş bir gecede korkuya boyanıyorsa
Çocukların oynadığı hikayeler
Nesini bekler insan yalan dünyanın



Ey sırrını gözlerinde taşıyan
Ey kendisiyle söyleşip duran
Hasreti boynuna dolamadan
Kendinle söyleşmeden vazgeçip
Aklının gurbetini bitir
Ne dileyeceksen, ne dileneceksen
Önce bir şeyini beklememeye başla dünyanın
Kendinden dile, gönlünden dilen


Bekir Kale Ahıskalı
Ekim 2010





///////




Yakınlık


Bu yakınlığı ölçecek

Bir ölçü birimi yok

Bir adam düşün ki

Boğazından geçen yok

İçindeki sevgiden sebep

Tokum diyor tok


Bekir Kale Ahıskalı

Kasım 2010




///////////////////


Sevgili

Okeydeki son taş gibisin

Bekliyorum gelmiyorsun

...


Sen yine de gelme sevgili

Sen gelirsen ben biterim


2010



/////////////////



Günahkar


Sen sebepsiz gelme bakalım
Nasıl olsa üç cuma sonra
Günahkar olacaksın


Bekir Kale Ahıskalı
Kasım 2010



///////////////////////



Ölürsem bir gün Sebe

Bileydin rüyalarım hıçkırık
Yürür müydün bana doğru
Elem tağınağımda düğün eyler şu gönlüm
Bölündüm de çoğaldım yıllar yılı
Minyatür bir yüreğe girmemek için
Kaç ressamın ellerini kırdım bilemezsin sen
Bir diriyi kefenlemektir
Rüyalarda hıçkırarak ağlamak
Kahveye çalan gözlerinden
Aşkı içmek, bir tufanı yutarcasına
Bir kelebeğin kanat rüzgarıydı benim sûr'um
Yel değirmenleriyle söndürdüm yangınımı
Otuzsekiz yerimden hançerlendim yine de
Karıncaların ayak izlerine tutundum da geldim 

Yokluğunda yeraltı evleri inşa ettim
Her gün birinde öldüm
Bir gün hepsini terkedeceğim
İzimi arayacaklar mezar taşlarında
Yalandan ağlayacaklar ardımdan belki
Ama asıl albümler ağlayacak yaşamayış oluşuma

Bakma beni bir beşik gibi salladığına okyanusun
Ben istersem onu gönlüm kadar taşırırıım yine
Gönlümü hapsetmişim diye içine bir fanusun
Öyle bir kurşun sıkarım ki suların beynine
Bir daha gökyüzünden ağlayamazlar
Susarsam bir gün
Kabuk bağlarsa dudakları kanayan yerlerimin
Sen yine de sustuğuma kanma Sebe
Ben kendini içerden öldüren yarayım
Cesedi omuzlarda taşınan
Tabutunun gölgesinde yaşayan bir divaneyim 

Ölürsem bir gün Sebe
Yüreğimi götür sizin ellere
Hasretimi anlat benim
Gözlerini gören çeşmelere
Yörük çadırlarında yatır beni
Unutulmaya yüz tutan bir sevdaymışım gibi
Mahzun kelimelerle anlat
Ölürsem bir gün Sebe
Dudaklarına bıraktığım dudak izlerimi süpürme
Anamın nasırlı ellerine bırakasın diye öptüm seni, unutma

Ölürsem bir gün Sebe
Abartılı umut yükünün altında kalarak
Sen yine de kendini unutup
Çıplak ayakla basma toprağa
Ayakların incinir kıyamam sana
Bırak düştüğüm yerde bedenimi kartallar parçalasın
Bir yolcu tekme atsın kafatasıma
İyi bilirdik diyen son durak yalancılarının ellerine bırakma beni

Ölürsem bir gün Sebe
Kan renginde ağlarsa gökyüzü kışın
Bil ki kuzeyden güneye uzanır elim
Bir baştan bir başa savururum kendimi
Kum tanelerinin bedenine mektuplar yazıp
Bil ki sevgiliye doğru koşan yel benim
Sen ki benim evim, evrenim
Sen ki benim ondörtyaş düşüm
Otuzsekiz yaş eşim

Ölürsem bir gün Sebe
Bu deliye ağlama sakın
Ah tokasıyla ihtihar mektupları yazan Sebe
Hiç bir şeyim Sebe/p/siz değil
Hayata bahtsız doğarsa insan
Ateş olmaya gittiği cehennemde
Başına buz kalıpları düşerek ölür
Ama ben bir gün ölürsem Sebe
Bir gün ölürsem...
Sensizlikten ölürüm

Bekir Kale Ahıskalı
Kasım 2010




//////////////////



Hatıra Defteri

Hatıra defterimden

Yakın tarihimi okumaya gidiyorum

En güzel hatam o olsa gerek

Beni sana bağlayan hatamı

Aklamaya, paklamaya gidiyorum



Bekir Kale Ahıskalı
2010




//////////////////



Sevdan olmasaydı

Sevdan olmasaydı
Kim bilirdi ki kimin ben


Bekir Kale Ahıskalı
2010



//////////



Oynamak


Git oyna ama

Toprakta oynama üstün çamur olur

Yeşillikte oynama üzerin yeşillenir dediler

Uçurtmayı icat etti çocuklar

Hem mavi gökyüzüydü

Hem üzeri kirlenmiyordu

Kapattıkça bir çocuğu esarete

Özgürlüğü keşfetti o çocuk

İpi kesilen uçurtma

Evden kovulan çocuğa döndü birden

Oturup ağladı annesi

Yeşilden, topraktan, yalandan



Bekir Kale Ahıskalı
2010


//////////////////

Uyanmak

Öyle bir düş/tün ki Sebe
Uyanmaya kıyılmayan.


Bekir Kale Ahıskalı
2010




///////////////////



Kartaca Sahili


Kartaca sahilinde yürüyen güzeldin bu gece
Sen burada yürüyordun
Tüm Roma karşıdan kıskanıyordu
Ayakların yalın
Bedenin yangın yeriydi
Rüzgar kokunu getiriyordu
Ben cinsiyetimi farkediyordum
Gel!
Gel de seni senle aldatma bakalım
Gel!
Gel; al da tatma bakalım

...

Tutunması zor bir zirveden yuvarlandım da geldim
Yorgun bir geceden daha çıktı bedenim
Başımdaki güneş gölge oldu sevdama
Gümüş kavaklar büyüttüm tenimde
Bin şefkat besledim, ateşten kinimde
Ezberini bozdum çaldım teninden

Gönül kafesimin telleri yoruldu
Hüzünlerim ruhumdan yayıldı, gitti
Hazana erdirdim kara alın yazımı
Duyulanlar aşk feryatlarıydı
Sebepsiz bir kavganın patırtısı değil
Şiirle yanardı benim ocağım
Ölüm de ölümlü aşklar anlamaz beni
Belki sen de anlayamazsın Sebe


Sen nereden bileceksin
Şehrin kör olan gözlerini
Gözyaşlarımla beslenen dudaklarımdan
Gemileri yutan deryalar doğurdum bu gece
Nasıl duyacaksın ki
Baş eğmiş gönülsüzlerin feryadını
Bütün dudaklarda kaynayan
Palavra kazanlarının fokurdamasını
Ölüm de ölümlü aşklar anlamaz beni
Belki sen de anlayamazsın Sebe


Bir savaştan geriye kalan
Yıkılamamış bina gibiydi bedenim
Beklediğim teni bu gece ellerimde kazmışım
Ölüm fermanı okuyan namluları
Bağrıma doğrultmuşlar
Ben aldrımamış, yılmamış
Omuz başlarından martılar yakalamışım
Sevmiş, öpmüş salıvermişim
Ben bu gece senin bağına
İsteyerek, koşarak girivermişim
Küskün dudaklarımı barıştırmışım teninle
Ölüm de ölümlü aşklar anlamaz beni
Belki sen de anlayamazsın Sebe

Kartaca sahilinde yürüyen güzeldin bu gece
Sessiz ayin gibiydi solukların
Dilin lal olur susardı
Öp beni diyen bakışların vardı
Rüzgar kokunu getiriyordu
Ben cinsiyetimi farkediyordum
Gel!
Gel de seni senle aldatma bakalım
Gel!
Gel; al da tatma bakalım


Bekir Kale Ahıskalı
Aralık 2010




/////////////////



Sev/il/meyi Bilmek


Gözlerine b/aktım Sebe
Gözlerine...
Bir hayat biriktirmişlerdi
"Gitme" diyorlardı bana
Gitme!
Çabuk tükenen güzel her şey gibi
Sen de "bitme"
Diyorlardı gözlerin gözlerime
Bitme!


Gözlerine b/aktım Sebe
Gözlerine...
İnsanlar sev/il/meyi bilmiyorlardı


Bekir Kale Ahıskalı
Aralık 2010



////////////////////////



Beni biraz daha öldür Sebe!...

Çekişmelerden uzak
Saflık dönemimin kaynağı gibi
Kutsal bir tapınağa sığınırcasına
Çocukluğumun yeşil cennetini çağrıştırıyorsun bana
Yalnızlık ve acının köklerini yüreğimde kurutup
Kendimi bir sürgün gibi hissettiğim günlerden ırak
Cinselliği yaşarken teninde
Soğuk bir meleğin düşüne sığınır gibi
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Dudaklarından yaka yaka...
Beni biraz daha sula!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

İpek tenli
Uzun boyunlu
Havana kokulu
Doymak bilmeyen bir tanrıça gibi
Uzak iklimleri anımsatan sevginle
Büyücü kadınlar gibi inanmadığın şeyler söylemeden
Şehvetin yasak meyvesini ısırttırıp bana
Yitip gitmeye can attığım sonsuzluğun özlemi içinde
Gözlerin sarnıç misali boşaldıkça dolaraktan
Beni biraz daha soy!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

Ve sen kadınım!..
Sınırları bilinmeyen bir el tarafından çizilmiş
Açık hava hapishanesi gibisin bana
Hüzünlü pencerelerine düşen güneşi
Yağmurlarla kırıyorsun
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Nefesinden nefesime davetiyeler yollayıp
Yanaklarından sıza sıza
Beni biraz daha sev!
Beni biraz daha öldür Sebe!...

Sarhoş bir kayığın
Fırtınada liman araması gibi bedenim
Dinginliği şehvet kokan yatağında aramak
Sevilen bir kadının öpücüklerinde akmak,
Yatışmayan hıçkırıkları bir çırpıda yutup
Dudaklarından yayılan tat kadar
Teninden yayılan kokuyu duyumsamak istiyorum
Beni biraz daha öldür Sebe!...

Ve sen kadınım!...
Gizemli bir aynaya benzersin
Baktıkça daha derin
Baktıkça daha benim
Saçların!...
Mutluluğun sessizlikle birleştiği
Zamanın doğurgan olduğu
Derin derin solunan bir ülkeyi çağrıştıran
Yelkenlilerin dizildiği
Gemici türkülerinin birbirine karıştığı yerdir
Çölde susuz kalmış bir gezgin gibi
Düş kokan saçlarına dolanırken hayallerim

Ve ben!...
Deniz dalgalarıyla yorgun düşen kıyılar gibi
Sevdiğim kadının gözlerine tutulup kalayım
Bedenini sıradan bir dişi gibi algılamayıp
Sana sunma zayıflığını göstermeden
Coşkuyla uçurum arasında gidip gelmeden
Yalnızlığın yasasını tersine çevirip
Her türlü kuşkudan uzak öpüşmek seninle
Bağışlayıcılığımla önünde elpençe durup
Bir yatıra yalvarırcasına tenine ram olurum

Ve sen kadınım!...
Kısır kadının soğuk yüceliğinde
Güzel gözlü kadına kutsallık veren
Ulu ve güçlü kılıp benliğini
Beni kendine inandırmaya çalışan melek kadar
Yüreğimde çiçekler açtırarak dokunursun bana
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Arzulu bakışlarında bağışlarsın beni


Öldür ki
Öldükçe ben
Öldükçe sen
Öldükçe sevda olurum
Sevdamıza adanan kurban olurum
Beni biraz daha öldür Sebe!...



Bekir Kale Ahıskalı
2010


/////////


Seher Yolcusu



Ağlamaya geldiğim dünyada
Zalime baş eğmemişim
Üryanlığıma aldırmayıp
Avaz avaz bağımışım sevdanı
Bir imansız rüzgara kapılmış gönlüm
Genç yaşımda saçımı ağartmışım
Dokunmamışım benim olmayana
Tenlere parmak izi bırakmadan
Sevmiş...
Sevilmiş...
Devire baş kaldırmışım



Affetmeyeceğim yeller dalımı kırmış
Topal bir estere yük diye verilmişim
Kör baltalarla parçalanmış bedenim
İçin için yanmış kömür olmuşum
Demirci ocaklarına meze edilmiş
Körüklerde kızartılmış benliğim
Bir ateşe meze edilmişim de yine
Yılmamış...
Yıkılmamış...
Demire baş kaldırmışım


Çektikçe çekilesi hasretin varken
Akşamdan gitmek için erken demişim
Haşmetine aldırmayıp Azrail'in
Umutlarımdan yelken edinmişim
Tebessüm sermişim dudaklarıma
Boynum uzattığım anda vurulmuş
Ben yine de ruhumun falezlerime tutunmuşum
Gün olup doğmuş okşamışım başları
Gece olmuş kapılar yüzüme kapatılmış
Afra olmuş pencereden girmişim
Gecenin karanlığına isyan etmişim
Sevdiklerimi kara toprak saklamış
Düşmüş...
Kalkmış....
Kabire baş kaldırmışım


Çepeçevre hüzünle sarılmış her yerim
Bir yetim kadar farkedilmemişim
Belimi kırmış taşıdığım ağır bahar hayali
Yalandan da olsa sorulmamış halim-hatırım
Baharı göreceğimden korkmuş
Saya gecelerini salmışlar üstüme
Dişlerimi dökercesine titremişim
Kazma seslerinden ürkmemiş
Bağrımı önüne siper etmişim
Yerle bir edilmiş kabaran gururum
Yine de dizlerimin üstüne kalkmış
Sedire baş kaldırmışım



Yıldırmamış beni yaşadığım gün
Aynaların yalanına aldanmamışım
Çıkınıma almamışım hakkım olmayanı
Gözlerimden söküp atmışım
Gün görmeden çirkinleşen güzellikleri
Gitmek için sabahı bekleyen
Seher Yolcusu'yum ben
Heybeme doldurmuşum
Acıyı...
Sancıyı....
Bir uğruna bine isyan etmişim
Ha bire baş kaldırmışım


Bekir Kale Ahıskalı
Kasım 2010



Saya Gecesi:Kışın en soğuk gecesi



////////



Görmek vardı gözlerini


Geç olsa da razıyım kalksın aramızdaki engel

Ümitle bekliyorum seni, ne olursun çıkıp gel


İçinde aşk olmayanın falında aşk çıkar mı

Severse iki gönül onları ayrılıklar yıkar mı


Görmek vardı gözlerini, mutlu bakışlarını

Onlarda yaşamak, tatlı yaz akşamlarını


Tüm mevsime yaymak yüreğin ahengini

Etrafa dağıtmak taze, tatlı bakır rengini


Düşlerimde kalkıyor aramızdaki perde

Arıyorum seni ben baktığım tepelerde




Bekir Kale Ahıskalı

2010



///////////////



Bu sevdada yaşamaktan öte özrüm kalmadı



Solgun evler

Bir çok evin bir çok odası karanlıkken o gece

En çok aynalı olanı aydınlık gözükür

Şehvetinden midir?

Sehavetinden midir?

Aynalara düşer zevke boğarsın

Nisan ayı gibidir bedenin

Neresini koklasan gül kokar

Bilmem

Bilemem

Hangi aynadır elinden mülke boğulan



Gece yarılarından sonra

Birileri uyurken

Birileri uyumamışken

Gece bitmek üzereyken

Henüz aydınlık yokken

Bir yaz günü

Gün ortasında patlayan bulut gibi

Beni sen kıl



Hayatları bayındır gösteren bir yalan

Ne şehirdir

Ne şarap aynaları zevke boğan

Ten kaygısı olmayan bir sevda da

Tenimin ağırlığınca suçlanırım ben

Seni aynalarda düşündükçe kirlenir yüzüm

Engellerimizi düşündükçe

Kötü bir şey dokunur dudaklarıma sanki

Dilce susup

Bedence konuşurum

Yeter ki beni sen kıl



Ben daha acıları çekebilecek yaşa gelmeden

Hayat bana acıları ezberletmişti

Sanıyordum ki bir kadının saklı bir yerinden parlayacak hayat

Oysa hayat işte tam oradan patlak veriyordu

Yine de

Saçlarım hâlâ yorulmadı gençlik rüzgarlarından

İstersen sök canımın ilmeklerini

Gözlerinin mührünü kaptırmadan

Bakışlarımdaki dağınık şarkıları toparla

Beni sen kıl ey sevgili

Kefarete hazırım

Beni sen kıl



Sen şiirlere sığamayacak kadar büyüktün Sinhare

Bütün müsveddelerimi yırttım

Bir ten sıcaklığım

Bir ten kokum kaldı

Bu sevdada yaşamaktan öte özrüm kalmadı

Bıçkı bakışlarından merhamet dilemem gayri

Nereden istersen oradan budanayım

Beni sen kıl ey sevgili

Yeter ki beni sen kıl



(Sinhare Biz bu aşkı ne yaşamaktan ne de yazmaktan değil anlatmaktan sınıfta kaldık)



Bekir K. Ahıskalı

16 Ağustos 2008


Sinhare 55


///////////////////////////


Hadi! O sığınılası tebessümünü göster


Gülüşlerin bir yıldız kayması

Güzelliğin sabah güneşi senin

Ellerini çek geçmişinden

Sen gölgesizde ayakta durabilirsin



Kapıların olmalı senin

Korkuya değil okyanusa açılan

Kuşların olmalı

Mevsimleri aşka çağıran



Güzel gülüşünü gözlerimize ser ki

Sabahların aklı sende kalsın

Alnında saçlarının gölgesini biriktirme

Ayakların korkusuzca çiçeklensin



Hadi!

O sığınılası tebessümünü göster

Bak güneş tapınmak için seni bekliyor



Bekir K. Ahıskalı

14 Ağustos 2008


Sinhare 54


/////////////////////////////////



Artık kısa tebessümlerle avunamam



Gözlerimin yağmursuz bir günüydü

Bahar günleri geleceğini müjdeliyordu

Kara bir gecede nabızlarından sarsılmış

Ela gözlü bir ceylan çıktı yolumun üstüne

Sabah çisesi gibi, gözlerinde nem vardı

Düğmeleri kur yapan elbiseler giyiniyordu

Bahar kokan saçlarında kendimi buldum

Hem öpmek istiyordu beni, hem utanıyordu

Gündüzlerin firarisiydim geceleri yaşıyordum

Geliş sancıları vardı aç susuz kalıyordum

Yine de kollarında uyanıyordum düşlerimden

Artık kısa tebessümlerle avunamam Sinhare

Hadi çöz dudaklarımızdaki kilitleri




Sen bu şehirde yoksun bir çıkar yolu kalmadı

Yürüdüğüm sokaklar çıkmaz olmaya başladılar

Oysa ne çok isterdim o şehirde simitçi olabilmeyi

Gözlerinin buğusunda

Ten sıcaklığında simitlere dokunabilmeyi

Pencerelerinde güneşi karşılayabileceğim

Göz bebeklerimizde arzular,

Dudaklarımızda nem taşıyabilmeyi

Gittiğin topraklardan muştularla gel Sinhare

Hadi yumuk elli yavrularımızı getir



Sinhare

Düşlerimden korkma,

benim düşlerimde kan yoktur

Kayan yıldızlar bile kaybolmazlar düşlerimden

Bildik duygulara esir etmeden bedenlerimizi

Zamansız hazlarla kirletmeden tenlerimizi

Hadi ellerini uzat Sinhare

Hadi aşkımızı helalleştir...



(Sinhare bakışları ebemkuşağı güzel)



Bekir K. Ahıskalı

Temmuz 22 2008


Sinhare 53


/////////////////////////////////////



Ben sevda yetimi miyim bu şehirde


I-


Azgın yelleri yoran solukların nerede

Uykularla barışmayan gözlerini düşünürken

Gökyüzünü soluğumla makaslıyorum

Sinhare bu yollar sana uzuyor da...

Sana yine mi geç kaldım yoksa


Neden orada değilim

Neden burada değilsin

Benim neyim eksik

Ben kimin yolcusuyum bu yollarda...



II-


Burnumun direğini sarhoş eden o güzel kokun nerede

Gökyüzüne uçurduğun tebessümleri kim topluyor

Neden buseler yamanmıyor dudaklarıma

Sinhare bahçeler sana uzanıyor da ...

Kokuna yine mi geç kaldım yoksa



Huzur orada

Hızır da orada

Benim neyim eksik

Ben kimin bülbülüyüm bu bahçede...



III-


Bana açılacak bir çift kol yok mu?

Her yolun bir yolcusu

Her yolcunun gittiği bir yolu vardı

Nereye giderlerse gitsinler gidene sallanan eller

Nereden gelirlerse gelsinler kucak açıyorlar



Ne yolcu olabildim

Ne hancı olabildim

Benim neyim eksik

Ben kimin misafiriyim bu handa...



IV-


İnsanoğlu neleri adlandırıyor değil mi?

Köylüm... Kasabalım diyerek kimlere alışıyor

Ne acılara tad katıyor

Kimlere katlanıyor ar'ını ad'ını bilmeden

Bana neden bir ad konulamıyor



Ar/sızı orada ağırlanıyor

Ad/sızı orada ağırlanıyor

Benim neyim eksik

Ben kimin adsızıyım bu dünyada...



V-


Sahipsizler sana sığınıyor

Sana sığınanların bir sahibi oluyor

Bir el tutumu kadar sığınamıyorum sana

Sözde huzur bedeli ödenmiş bir otel odasında

Havayı soluğumla makaslıyorum


Sahipsizim

Sahiplenim yok

Benim neyim eksik

Ben kimin misafiriyim bu şehirde



VI-


...ve ben de biliyorum

En güzel ikramlar gece yapılır

Gündüzler kadar helalin

Geceler kadar yabancın oluyorum bu şehirde

Nereden bakarsan bak



Ya kendime kahroluyorum

Ya da sana kahır oluyorum

Benim neyim eksik

Ben sevda yetimi miyim bu şehirde


(Sinhare hangi yağmur yıkar benim bu yetim yüreğimi)



Bekir K. Ahıskalı

20 Ağustos 2008

Sinhare 52


//////////////////////////////



Ben hırçın bir çığlığım


Ben hırçın bir çığlığım

Ayrılık anını takvimlerden koparan

Kaba ve kırıcı sessizliği katleden

Bende yalçın kayalar gibiyim

Kıyılarımı süpüren

Dalgalara boyun eğmem/ eğemem


Ben arsız bir sevdayım

Gözleri silik bir lehçe olsa da kullandığım dilin

Yağmurlardan daha çok konuşmalıyım

Bende yüce dağlar gibiyim

İçimdeki yalnızlık bedenimi yırtıyor diye

Gölgeden dağları sevmem/sevemem



Ben sevdadan müteşekkilim

Bana insanlık veren

Ne kalemimdir ne de kelamım

Bende çekilen sevdalar gibiyim

Darıdan bir lokmayla kandırılıp

Pazar tezgahlarında satılmam/satılamam



Ben sevda çölünde bedeviyim

Ateştendir bastığım topraklar

Kimsenin uğramadığı çeşmelerim yoktur

Kumlara düşen gölgemin bile teni alev alevdir

Bende evladı sürgüne giden analar gibiyim

Yüreğimden kum fırtınaları akıtırım lakin

Göz pınarlarımda çölleşmem/çölleşemem



Ben bu dalın bülbülüyüm

Saçına yel değmesin diye

Tüm rüzgarları içime çekerim

Mesken edinmişimdir açtığın dalı

Nöbet tutar, emir bekler secde ederim

Bende sevdasına sevdalı Mecnun gibiyim

Bir başka gül ile elleşmem/elleşemem



Anla artık Sinhare

Bir sana pervaneyim

Yalnız sana divaneyim

Bende sadık bir buse gibiyim

Başka dudaklara düşmem/düşemem




Bekir Kale Ahıskalı

Mart 10, 2008

Sinhare 51