23 Mart 2011

Şiir; Bir Başkaldırış mıdır?

Şiir; Bir Başkaldırış mıdır?

Şiir üzerine her konuşma, her tartışma Octavia Paz’ında dediği gibi

-Kaç kişi şiir kitabı okur ve bunlar kimlerdir? sorusuyla başlamalıdır.

Şiir okuyucucu Juan Roman Jimenez’in bir kitabında adadığı cümle gibi “ucu bucağı olmayan bir azınlığa” eş değer olabilir.

Yahut Stendhal’in “mutlu azınlığına indirger ki ucu bucağı olmayan sözcüğü onu çoğaltır. Ucu bucağı olmayan şeyin saylamayacağını düşünürsek sayılamayan şey az değildir sonucuna ulaşmak zorunda kalacağızdır.

Zaman ve zeminde hayat bulan kahramanlar yine zaman ve zemine göre soluklaşırlarken veya silinirlerken şiir, resim, heykel nesiller arası aktarımlarla günümüze taşınırlar. Tarihin ilk dönemlerinde de insanlar oyma şeklinde resimler yapar, işaret dilleriyle yazılar yazarlardı.

Bu nesiller arasında ki aktarımıyla günümüze değin gelmiştir. Günümüzde insanların Neolitik köylerini terk ederek toplu yaşam alanlarını tercih etmelerinin bir neticesi olarak toplumda tabakalaşma meydana gelmiştir. İnsanlar özgün işbirliği bölümlerine ayrılarak; işverenler, işçiler, gündelikçiler, din adamları, askerler, memurlar gibi tabakalaşmaya gitmek zorunda kalmakla beraber çeşitli azınlıkların bir arada var olmaları aralarındaki iletişimi dışlamaz- tam tersine- içine alır. Değişik tabakalar arasındaki ilişki ağı kavranılamaz ama bir şeyi vücuda getiri ki buda İnsan Kültürüdür

Buradan şu sonuca varmak kaçınılmazdır “Her bir kültürün üzerinde ve altında toplumun tüm üyelerinde ortak olan düşünceler, inançlar ve gelenekler vardır. Bu Toplumun düşünsel, duygusal ve yaşamsal temelidir. Arıca şiirinde dayanak noktasıdır.”

Kısaca insanlar sanat eserlerinde kendilerini tanırlar. Çünkü sanat eserleri onlara saklı bir bütünlüğün imgelerini sunar.

Eski ve yeni arasındaki geleneksel uyuşmazlığa ek olarak tarihsel ve tinsel bir doğası olan daha derin bir karşıtlık vardır.

Şiir vücuda getirilirken( bilinçli veya bilinçsiz) iki yol izlenmektedir.

Birincisi, moderniteye karşı bir başkaldırı olan şiir

İkincisi, modernitenin meydana getiricisi ve aynı zamanda tamamlayıcısı olanların vücuda getirdiği şiir


Romantizmden bu yana meydana gelen bu karşıtlık yeni kesintilerle perde aralarına dönüşebiliyordu. Romantizmle beraber şairler modernitenin asi çocukları olmuşlardır; onu yaraladıkça yükselmişlerdir.

Şiir ölümsüzlüğü değil yeniden dirilmeyi arzular.

Bazen beğeni, düşünce yada toplumsal inanç konularındaki değişim; yaşamı boyunca kutladığı bir şairi, arafa mahkum edebilir. Neruda, Aragon, Eluard, vs. şimdilerde siyasal günahlarının cezasını çekiyorlar. Burada özellikle ?günahları? diyorum çünkü Staliniz bana göre salt bir yanılgı değildi aynı zamanda ahlaki bir yanlıştı. Nazım Hikmet’te bir dönem siyasal günahının cezasını çekmiş ama ülkemizdeki tarihsel ve inanç konularında ki değişim
İlgi görmesini sağlamıştır.

Bunun tersi bir durumda söz konusu olabilir. Yaşamı boyunca ilgi ve alakadan yoksun kalan şair, gelecek dönemlerde fark edilerek yada savunduğu düşüncenin doğruluğunun kabul edilmesi yahut bir şekilde güçlenmesi neticesinde kutlanabilecektir. Nesimi’ yi düşünecek olursak buna verilebilecek bir örnektir. Yahut Farisi şair Hayyam burada örnek teşkil edebilir.

Bu iki durumun dışında birde yaşadıkları toplumlardan çok önde şiirler yazan ve anlaşılmaları ve sanattaki ustalıklarının kabul edilmesi zaman tünelinden süzülmedikçe anlaşılmayacak şairler vardır ki bunların ne siyasal günahları, ne tevekkülcülükleri, ne de kötümserlikleri olmaksızın sanattaki becerileriyle bulundukları raflardan geri konulmamak üzere inmelerini sağlamaktadır.

Şiir; şair tarafından bir şekilde pazara sunulan ve kalıcılığını, sürekliliğini, tüketim sınırlarını kendi sanatının içine sakladığı bir imgeler bütünüdür. İstatistiklerin, sayısal sonuçların az
ya da çok olması bir şiirin bütün devrilerde ki kalitesini ortaya çıkarmayacaktır. Şiir gelecek nesillere taşındıkça, değişen kültürle birlikte ilgi oranı da değişecektir. Ama yine belirtmek isterim ki sayısal rakamlarda ki az veya çokluk şiirin kalitesini belirlemez. Çok iyi bir şiir her devirde anlaşılamayacağı gibi, çok basit bir anlatımı olan şiirde, toplum katmanlarının eğitim, modernite, kültür tabakalaşması, çok kültürlülük gibi kıstasların süzgecinden geçmesi neticesinde yerini bulacaktır.

Şiir; bana göre bir başkaldırı şekli değildir. O kendine has çizgisiyle beklide uslanmanın bir başka adı olagelmiştir. Şair şiirini vitrine çıkarmadan önce yaşadığı ortamın, kültürün damak zevkine hitap etmelidir diye düşünüyorum. Kapalı bir toplumda sınırları zorlayacak şekilde cinsel içerikli bir şiir yazmak ve yayınlamak bir başkaldırı şeklinden öte, bir ego tatmini, haksız öne çıkma gayreti ve okuyucuya seçenek bırakmaksızın kendi menüsünü sunma gayretidir ki okuyucu şiirsel manada aç kalmayı göze alarak onu tatmak istemeyecektir.

Şiirde en önemli; şey şairin kendisini yazarken toplumun bireyi olduğunu unutmamasıdır.
Bunu göz önene alarak sıradanlığı sıra dışı bir anlatımla doyumsuz bir hale getirebilir. Böylelikle kendi toplumunun sıradanlıklarını ve herkesin her an tanık olduğu ama gördüğünün bile farkında olmadığı bir imgeyi evrensel bir dile çevirecektir.

Giuseppe Ungaretti, “Una Colamba” sın da(1925) çok güzel ifade etmiştir ki bu altı sözcükle bizi ucu bucağı olmayan bir dünyaya bağlamaktadır.

”D’altri diluvi una colomba ascolto” (Başka tufanlardan bir kumru duyuyorum)

Bekir Kale Ahıskalı
Şiir Tahlilleri 30 Mayıs 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder