11 Aralık 2010

7-Arı su içer bal akıtır

 

“Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker”


Gevenleri yolmaktan elleri kanamıştı. Yılların yol gitmişliği vardı nasırlı ellerinde. Son geveni de yolmak için tutabileceği en dipten tuttu ayaklarını iyice yere dayadı ve olanca gücüyle asıldı. Beklediğinden daha güçsüz olan kökler kopunca da sırtüstü düştü.

Canının yanmasına aldırmadan bir geveni daha köklerinden sökme başarısını gösterdiği için kendisini mutlu hissetmeye başlamıştı ki beklenmedik bir ses

- O gevenleri ne yapacaksın

şekline bürünerek kulaklarına ulaşmıştı bile. Önce şaşırdı sonra arkasına dönüp baktığında kılık kıyafeti yerinde kendisinden emin bir insanla karşılaştı.

-Bayım ben bu gevenleri kasabada satarak karnımı doyurabileceğim günlük yiyecekler alıyorum. Her gün bir günlük iaşe bedelimi karşılayacak kadar dikenli geven yoluyor ve kasabada satıyorum.

- Sırtınız kanıyor. Sırtınıza ne yaptınız böyle

- Efendim onlar sırtımda taşıdığım gevenlerin dikenlerinin sırtımda bıraktığı izler.


- Kardeşim sen madem sadece günlük iaşe ile yetiniyorsun. Bak şu şehirde Hatem-i Tai diye bir zat var. Varlığı yerinde hem pek cömert bir zat. Aşlara günde üç öğün yemek dağıtıyor. Geven taşıyıp dikenlerinden yaralanacağına karnını oradan doyursana

- Bayım Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî'nin minnetini almam."


- Hatem-i Tai kimseye mihnet etmez yaptığı iyiliğe karşılık bir bedel almazve beklemez.

- Bayım Hatem-i Tai bir bedel almayabilir karşılıksız iyiliklerde de bulunuyor olabilir ama benim vicdanımı kim susturacak.

diyerek gevenleri sırtlandı gibi kasabaya doğru yol alır. Çöl bedevisinden beklenmedik cevabı alan zat başını eğer ve ağlamaya başlar. Bu ağlayan zat cömertliği ve misafir perverliğiyle meşhur şair ve kabile reisi Ebu Seffane Hatem bin Abdullah bin Sa'd et-Ta i el-Kahtani den başkası değildir. Yani Hatem-i Tai. Rivayet odur ki arap yarımadasında Tay kabilesinin ekmeğini yemeyen aç insan yoktur. Hatem-i Tai bu kabilenin reisidir. Aynı zamanda ünlü bir şairdir. Miladi 578 yılında vefat ettiği söylenmektedir. O devirde Arap şiiri çıkabileceği en yüksek perdeye çıkmıştır. Araştırırken gördüm ki nasıl ki günümüzde aile olarak meslekleri mobilyacı, çini çini ustası, nalbant gibi süregelen meslekler var Araplarda da şairlik böyle bir gelenek haline gelmiş. Hatem-i Tai ile aynı beldede yaşayan ünlü Arap şairler vardır. Hatem-i Tai develerini otlatırken üç süvari yaklaşır ve aç olduklarını, kendilerine yiyecek verip veremeyeceğini sorarlar o da bu kadar devem varken size verebileceğim bir şeyim yok diyemem der ve deve keserek bu misafirlere ikram eder. Bu misafirler, o dönemin ünlü şairlerinden Abid b. Ebras, Bişr b. Ebu Hazim ve Nabiga ez-Zübyani vardır. Bunlar hafifsenecek bir şey değil. Bundan tam 1500 yıl öncesi için mükemmel denilebilecek bir noktadalar. Bunları daha iyi anlamak için Kuran-ı Kerim’in şiirsel yanını, dil yapısını bilmek yeterli olacaktır.

Bu şairler devrine şekil veren insanlar. Cahiliye devri dediğimiz dönemin aydınları.
Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir kavmin törelere isyan edenleri.

Hatem-i Tai bütün varını açları doyurmaya, ihtiyaç sahiplerine yardıma harcayan bir zat olmasına karşın kendisine bu dünyada “sizden daha cömert biri var mıdır?” Sorusuna “Sırtında geven taşıyan o zat benden daha cömerttir” diyerek karşılık verir.

Hatem-i Tai’nin çocuklarının akıbetini araştırırken gözlerimi yaşartan bir olayla karşılaştım. Hz Ali Tay kabilesinin üzerine sefere çıkar ve muzaffer olunca esirler Medine’ye getirilirler. Bu esirler arasında Seffane isimli bir bayanla Adî isimli bir erkekte vardır. Seffane ben Hatem-i Tainin kızıyım deyince Peygamber Efendimiz ondan babası Hatem-i Tai’yi anlatmasını ister. Dinlediklerinden sonra Peygamber Efendimiz Ona; "senin baban İslam'ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı" deyip serbest bırakır. Kardeşi Adî’de islamla şereflenir ve sancak taşır. Hatem-i Tai Peygamber efendimiz daha yedi yaşındayken vefat etmesine ve cahiliyye döneminde yaşamasına karşın Peygamberimizin hayranlığını kazanmıştır.

….

Bundan 15 asır öncesinden alarak şairlerin yaşadıkları toplumu nasıl şekillendirdikleri
Üzerine detaylar aktararak genç kalemlere bir yol gösterme gayretindeyim. Şairler kendi tarihlerini yazmak zorundadırlar. Yoksa şairlerin tarihlerini anlatan tüm biyografiler ve hikayeler yazanları yüceltecektir. Bir Afrika atasözü şöyle der:
Arslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık hikayeleri her zaman avcıyı yüceltecektir. Şairlerin bu güzelliklerini yazmak yine biz şairlere düşmektedir.


Böylelikle hem güzeli yazacağız hem de Franz Kafka’nın dediği gibi “Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.” yaşlanmamanın yolunu bulmuş olacağız.

Yoksa güzelliklerin anlatılmadığı, bilinmediği toplumlarda güzellikler yaşatılamayacaktır. Bilgi konuşmadıkça cehaletin hükümranlığı bitmeyecektir.
Önce sahip olduğumuz dil denen aracın tanımını iyi yapmamız gerekmektedir. Eğer elinizdeki dil denen aracı bir gül bahçesi olarak görürseniz tüm insanların eline gül tutuşturma gereği hissedersiniz. Ya da Maslow’un dediği gibi Sahip olduğunuz tek araç bir çekiçse her şeyi çivi görmeye başlarsınız.

İyi de , kötü de bu cemiyetten beslenir. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi
“Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker” Bunlardan hangisi olmak istediğimize kendimiz karar veririz.


Bakın şair Nabi bize yıllar öncesinden nasıl seslenmiş

İbrik-ü leğen maden-i vahidden iken
Birinde su pâk, birisinde nâpâk



Bekir K Ahıskalı
01 Temmuz 2009
Kekeme Kaval-7 (Arı su içer bal akıtır)



İlgilisine Not: Son okuduğum kitap Micheal Heller’in “Makine ve Çarkları” (Sovyet adamının yetişmesi) Prof Dr. İbrahim Cânan’ın tercümesi ile

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder