30 Kasım 2010

Beni biraz daha öldür Sebe

Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
Çekişmelerden uzak
Saflık dönemimin kaynağı gibi
Kutsal bir tapınağa sığınırcasına
Çocukluğumun yeşil cennetini çağrıştırıyorsun bana
Yalnızlık ve acının köklerini yüreğimde kurutup
Kendimi bir sürgün gibi hissettiğim günlerden ırak
Cinselliği yaşarken teninde
Soğuk bir meleğin düşüne sığınır gibi
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Dudaklarından yaka yaka...
Beni biraz daha sula!
Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
İpek tenli
Uzun boyunlu
Havana kokulu
Doymak bilmeyen bir tanrıça gibi
Uzak iklimleri anımsatan sevginle
Büyücü kadınlar gibi inanmadığın şeyler söylemeden
Şehvetin yasak meyvesini ısırttırıp bana
Yitip gitmeye can attığım sonsuzluğun özlemi içinde
Gözlerin sarnıç misali boşaldıkça dolaraktan
Beni biraz daha soy!
Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
Ve sen kadınım!..
Sınırları bilinmeyen bir el tarafından çizilmiş
Açık hava hapishanesi gibisin bana
Hüzünlü pencerelerine düşen güneşi
Yağmurlarla kırıyorsun
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Nefesinden nefesime davetiyeler yollayıp
Yanaklarından sıza sıza
Beni biraz daha sev!
Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
Sarhoş bir kayığın
Fırtınada liman araması gibi bedenim
Dinginliği şehvet kokan yatağında aramak
Sevilen bir kadının öpücüklerinde akmak,
Yatışmayan hıçkırıkları bir çırpıda yutup
Dudaklarından yayılan tat kadar
Teninden yayılan kokuyu duyumsamak istiyorum
Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
Ve sen kadınım!...
Gizemli bir aynaya benzersin
Baktıkça daha derin
Baktıkça daha benim
Saçların!...
Mutluluğun sessizlikle birleştiği
Zamanın doğurgan olduğu
Derin derin solunan bir ülkeyi çağrıştıran
Yelkenlilerin dizildiği
Gemici türkülerinin birbirine karıştığı yerdir
Çölde susuz kalmış bir gezgin gibi
Düş kokan saçlarına dolanırken hayallerim
 
 
Ve ben!...
Deniz dalgalarıyla yorgun düşen kıyılar gibi
Sevdiğim kadının gözlerine tutulup kalayım
Bedenini sıradan bir dişi gibi algılamayıp
Sana sunma zayıflığını göstermeden
Coşkuyla uçurum arasında gidip gelmeden
Yalnızlığın yasasını tersine çevirip
Her türlü kuşkudan uzak öpüşmek seninle
Bağışlayıcılığımla önünde elpençe durup
Bir yatıra yalvarırcasına tenine ram olurum
 
Ve sen kadınım!...
Kısır kadının soğuk yüceliğinde
Güzel gözlü kadına kutsallık veren
Ulu ve güçlü kılıp benliğini
Beni kendine inandırmaya çalışan melek kadar
Yüreğimde çiçekler açtırarak dokunursun bana
Ne kadar kusurum varsa bir fermanda toplayıp
Arzulu bakışlarında bağışlarsın beni
 
 
Öldür ki
Öldükçe ben
Öldükçe sen
Öldükçe sevda olurum
Sevdamıza adanan kurban olurum
Beni biraz daha öldür Sebe!...
 
 
Bekir Kale Ahıskalı
Sebe'yi Düşlemek 8

Öpücük Gemilerim




Öpücük Gemilerim

Bugün sana ikinci mektubum. İlkini göndermekte tereddüt ettim. İnsan doldukça yazmak istiyor. Nedenini az-çok bilsemde içim acıyor. Herşeyi uçlarda yaşıyorum. Benim için orta diye birşey kalmadı. Yarınların geleceğine inanmasam dayanma gücüm kalmayacak.

Tebessümün yüzümün kıyılarına vurunca dünyanın en mesut insanı ben oluyor. Dalgaların kıyılarımdaki hüzün, acı, elem ne varsa alıp götürüyorlar. Diğer yandan da aklıma düşen hususi haller olunca da yerle bir oluyorum. Bir yere, bir nesneye tutunma imkanım yoksa olduğum yerde oturuyorum. Biliyorum ki oturmazsam eğer düşerim. Böyle geçiyor benim yaşamım. Ortasını kaybettiğim ve sıradanlıktan iyice çıkan sevdan beni en uçlarda dolaştırmaya devam ediyor.
 
Beni rengine boyadığın günden beri bende senin gibi kâh zirvelerdeki kar oluryorum, kâh derinlerdeki lav. Yine de seni sevmek yaşadığım en güzel duygu. Ansızın sesini duymak, sana ufak şimarıklıklar ve gevezelikler yapmak kendimi mutlu hissettiriyor. Ben biliyorum ki sen tebessümlerin hiç solmayanını, baharların, yazların güze çalmayanını hak ediyorsun.
Hayatıma nice yenilikler getirdiğini bilemezsin. Anlatmaksa hem uçlarda gezindiğimin resmi olacağından hem de senin bunlara hazır olmadığını düşünerek geriye ötelediğim birşey.

Gecelerim uçsuz bucaksız çölü andırıyor ve ben bu çölde yalın yürek yanarak dolaşıyorum. Aradaki perde ve mesafeler kalktığında inanıyorumki en güzel libasıyla karşılayacak beni gece. Elleriyle sunacak içine sakladığı haz ve arzuları. Bir yerinden vurulağım sana. Sonra sana boyanacağım geceler boyu. Zamanın bacakları kırılacak geçmesin isteyeceğiz. Toparlanmış gitmiş olacak sabahımızda bekleyen tasalar. Ben sana seninle boyanacağım.

İki boğazı birleştiren boynunda uzayıp gidecek parmak uçlarım. Saçların boğazın esintisi olacaklar ve ben öpücük gemilerimi indirececeğim gögüs kafesine. Yıldızlanacak bedenlerimiz. Semalarımızda kayan yıldızlar sörf yapacaklar ben sesinin fısıltı zarfını aralayacağım. Beklediğim ne varsa sesinin zarfından çıkacak. Ellerin yeni bir kıtayı keşfetmek istercesine yerinde duramayacaklar. Dudaklarımızla ateşe vereceğiz tüm arzuları. Kirlenmeyecek yarınları çağıracağız kendi tenlerimiz, gözlerimiz ve arzularımızdan. İki bütünden bir bütün olacağız, "biz" olacağız. Yeterki inan sen-ben "biz" olacağız. 29 Kasım 2010

 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 183
Öpücük Gemilerim

28 Kasım 2010

Vaadedilemeyen

           Vaadedilemeyen


"Sana bir şey vaadetmedim" diyorsun. Belki de buna bağlı olarak aşkında biraz kabullenme, olanbilene rıza gösterme gayreti içerisindesin. Ama şunu söylemeliyim az geyretle kazanılanlar genelde damaklarımızda daha az tat bırakırlar. Elde edilmesi zor olan her zaman daha evladır gibi gözükse de çabalanmadan elde edilen neyimiz varsa ve bize bir anda sunulan ne varsa eninde sonunda gözlerimizde kıymetini yitirme sürecine girer diye düşünüyorum.
 
Benim insanlardan farkım budur. İnsanların hemen hemen hepsi bulundukları zamanda yaşadıkları sevgiyi değerlendirirlerken kendilerine vaadedilenle birlikte ileride yaşamayı hayal ettikleri güzel günlerden de getiriler yaparak ortak bir uzlaşı, anlaşma ve paylaşım zemini oluşturuyorlar. Olası muhtemel olanlardan olan bir durumu, yaşanılan bir zamanı boyamak doğrusu bana mantıklıca gelmediği gibi gelecek şimdiki zaman ile gelecek zaman arasında yapılan bu olması muhtemel güzellikler-olması gereken güzelliklerin takası alış-verişinin ekseriyetle beklenilen sonucu vermez. Benim farklı düşündüğüm nokta da budur. Ben seviyorum derken, aşkımı ilan ederken gelecekten getiriler yapmadan, gözlerime serdiğin tebessümün bedeli olarak, kıymetbilirliğimin göstergesi olarak bir ömür mutlu olabilir ve herşeye katlanabilirim.
Aşklardaki somutluk isteği anlamak istemediğim birşey... Anlamaya çaba sarfetmiyorum da. Eğer bu somutluğu irdeleyecek olursam o zaman ne ben Ahıska'dan gelen karalastikli çocuk olurum ne de içimde büyüttüğüm senin bendeki yeri bu kadar büyük olur. Ben vaadilene göre değil, bulduğuma bana yaşatılana, hissettirilene aşık oldum. O sebeple bir beklentim olmadığını bilmeni istiyorum. Bundan daha fazlasını yaşamak varsa kaderimde ki seni bana yine o kader getirdi ziyadesiyle mutlu olurum. Somutluk isteği her aşkta vardır ve her aşk biraz dokunmayı, hissetmeyi, hissettirilmeyi gerektirir. Bunu da çoğu zaman düşlerden alırız. Sevgili için rahat olsun ben vaadilenlerle bir beklenti içerisine girmiyorum beni farklı yapan da budur. Bütün bu somutsuzluğa rıza gösterme bende gayretsizlik, verilenle iktifa etme gibi bir teslimiyet uyandırmıyor tabi. Ulaşmanın yollarını arıyor, çabalar sarfediyorum. Hatta çoğu zaman bir bakışma için, bir ses için planladığım günün bütün temellerini yerinden söküp yeni planlar yapıyorum.
 
 
Unutma! bu aşk öyle bir yaşanmalı öyle paylaşımcı ve iletken olmalı ki "gel" dediğim zaman gelmelisin. "Gel" dediğin zaman gelebilmeliyim. Bu "gel" kelimesinin içinde özlemlerimiz, hasretlerimiz, beklentilerimiz ve kendimizi sunarken katmayı düşündüğümüz eklentilerimizi kapsayacak. Bu "gel" bir uykudan uyandırma alarmı gibi değil boşluktan varlığa çıkma çağrısı olacak. Boşa geçen ömürlerimizin düzlüğe çıktığı, benliklerimizin ve varlıklarımızın mana kazandığı bir çağrı olacak. Bu "gel" seni yazarken anlatırken yetersiz kalan tüm kelimeleri tamamlayacak, hayalimin darlığını genişletecek beni bu mengeneden kurtaracak bir kolaylık olacak. Seni anlatırken neler çektiğimi bilemezsin. Seni sıradan hayallere konuk edemediğimi bilmelisin. Benim düşlerime gelirken bile arkada sevebileceğini düşündüğüm bir ortam müziği olmasına dikkat ediyorum. Benim düşlerimde herşeyimle seni koruyacak, kapsayacak, mutlu edecek ekipmanlar hazır bulunduruyorum. İnsan düşlerine müdahale edebilir mi? Evet eder. Sevgiliye verdiğin ve ona eğildiğin hassasiyet düşlere de yansımadıkça ben sanıyorum ki seni ihmal etmişim, yapmam gerekeni üzerime düşeni yapmamışım, sorumluluğdan kaçmışım gibi. Sanki hak ettiğin değeri verememişim ve kıymetbilmez, uyuşmuş bir sevgiliyim. Sen düşlerime gelebilirsin diye benim kapımın girişinde terliklerin bile hazır bekler. Sen bilmezsin sevgili/m! Benim dolabımda soğuk-sıcak havalara göre üzerine alabileceğin kıyafetler illaki bulunur. Soframda daime bir fazla servis açılmıştır. Dizlerimi kırarak oturduğum minderin hemen yanında bir de senin için hazır bekleyen bir minder vardır. Sen düşlerime gelebilirsin diye hazırlıksız yakalanamam hazırlamam gereken, bulundurmam gereken ne varsa hepsini hazır tertemiz bulunduruyorum. Zaten hazırlıksız yakalananları da anlamış değilim. Sevgilinin yolu düşlerinizden geçmeyecekte kimin gececek ki..
 
Canım benim. Uzaklardan çok uzaklaran yazıyorum sana. Şimdi gözlerini kapa ve saçlarını koklayıp başını göğsüme koyduğunu hayal et. Seni çok seviyorum
28 Kasım 2010 Pazar
 
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mekteuplar 181
Vaadedilemeyen

27 Kasım 2010

Ha Derviş Çölü

Ha Derviş Çölü




Sen Ha Derviş çölünü bilir misin?  İşte tam o çölün ortasındayım ve kendime başkaldırmış durumdayım. Nereye gideceğimi bilmiyorum? Gitmek isteyen ayaklarıma da engel oluyorum. Gitseler sanki yol mu bulacaklar. Neden gideceğimi de bilmiyorum. Sürekli sana yazıyorum çünkü başka anlatma imkanım da yok yolu da yok.


İsyanların bastırılamayacak olanı varsa o da budur işte insanın kendine baş kaldırması. Kendisine isyanı... Kime dikileceğini bilememek, kendini boğazlayamamak işte bu. Neyim varsa ona isyan ediyorum.


Seninle bu kaadar çok olmuşken, kendimi ciğerlerimi senin sevdanla doldurmuşken beni böylesine önemsiz hissettiren nedir bilmiyorum. Hani dersinya bir fırlama yanın var diye sanki bütün hüzünler yerlerinden fırlamış üzerime doğru geliyorlar. Beni bu rüzgara gark eden yaşamadan yazdıklarımdır. Bunun da farkındayım ama insan yaşamaadığı bir duyguyu üstlenebilir mi? Evet ben bu sevdanın faili benim diyebilir mi? Ya da öyle gözüken bir dünyayı daha anlaşılır ve net bir şekle getirebilir mi?




Seni sevmeye geldiğim dünyadan sensiz gitmeyi hiç düşünmedim. Mücadelemden vazgeçip bırakıp gitmeyi aklımdan geçirmedim bile.
Erişilmez olan ne varsa sen biraz onlardaydın. Uzandım... Yine uzandım sana... Uzanaan kollarımızdan budadılar beni. Dilimle uzandım dilimden budadılar beni. Gözlerime gece diye bir renk sürdüler yaşadıklarını görmeyeyim diye. Gözümü kapadılar gönlümle gördüm. Ağladım.. Ben biliyordum ki gözlerin varsa gece güzeldir. Dudakların varsa keşfedilmemiş yerler de vardır. Dilin varsa tadılmamış şeyler de kalmıştır.




Senin için savaşamayacaksam kahramanlık bir yafta gibi kalır bana. Senin için ölmeyeceksem ölüm uğramasın kapıma. Sana kavuşmadan önce gelecekse ölüm meleği, ben de merak ediyorum kapıma ne yüzle gelecek diye. 27 Kasım 2010




Ha-Derviş çölüne akıp, düştü yüreğim
Sevdanla yanıp-yakılıp, pişti yüreğim
Kumuna aldırmazdım bu çölün ama
Gözlerimde yaş olup düştü yüreğim




Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe ye Mektuplar 180
Ha Derviş Çölü






Ha-Derviş Çölü: Hindistan'da Kıpçak Dervişlerinin yolunu kaybedip
düştükleri ve Ha Derviş Ha Derviş diyerek öldükleri çölün adıdır.

Seher Yolcusu

Seher Yolcusu



Ağlamaya geldiğim dünyada
Zalime baş eğmemişim
Üryanlığıma aldırmayıp
Avaz avaz bağımışım sevdanı
Bir imansız rüzgara kapılmış gönlüm
Genç yaşımda saçımı ağartmışım
Dokunmamışım benim olmayana
Tenlere parmak izi bırakmadan
Sevmiş...
Sevilmiş...
Devire baş kaldırmışım



Affetmeyeceğim yeller dalımı kırmış
Topal bir estere yük diye verilmişim
Kör baltalarla parçalanmış bedenim
İçin için yanmış kömür olmuşum
Demirci ocaklarına meze edilmiş
Körüklerde kızartılmış benliğim
Bir ateşe meze edilmişim de yine
Yılmamış...
Yıkılmamış...
Demire baş kaldırmışım

 
Çektikçe çekilesi hasretin varken
Akşamdan gitmek için erken demişim
Haşmetine aldırmayıp Azrail'in
Umutlarımdan yelken edinmişim
Tebessüm sermişim dudaklarıma
Boynum uzattığım anda vurulmuş
Ben yine de ruhumun falezlerime tutunmuşum
Gün olup doğmuş okşamışım başları
Gece olmuş kapılar yüzüme kapatılmış
Afra olmuş pencereden girmişim
Gecenin karanlığına isyan etmişim
Sevdiklerimi kara toprak saklamış
Düşmüş...
Kalkmış....
Kabire baş kaldırmışım


Çepeçevre hüzünle sarılmış her yerim
Bir yetim kadar farkedilmemişim
Belimi kırmış taşıdığım ağır bahar hayali
Yalandan da olsa sorulmamış halim-hatırım
Baharı göreceğimden korkmuş
Saya gecelerini salmışlar üstüme
Dişlerimi dökercesine titremişim
Kazma seslerinden ürkmemiş
Bağrımı önüne siper etmişim
Yerle bir edilmiş kabaran gururum
Yine de dizlerimin üstüne kalkmış
Sedire baş kaldırmışım



Yıldırmamış beni yaşadığım gün
Aynaların yalanına aldanmamışım
Çıkınıma almamışım hakkım olmayanı
Gözlerimden söküp atmışım
Gün görmeden çirkinleşen güzellikleri
Gitmek için sabahı bekleyen
Seher Yolcusu'yum ben
Heybeme doldurmuşum
Acıyı...
Sancıyı....
Bir uğruna bine isyan etmişim
Ha bire baş kaldırmışım


Bekir Kale Ahıskalı
Kasım 2010
Sebe yi Düşlemek 7


Saya Gecesi:Kışın en soğuk gecesi

26 Kasım 2010

Özel hissettiğine teklik tanımak

Özel hissettiğine teklik tanımak




Cesarettir sevmek. Sevilmek ise sevmenin mükafatıdır. Bugün ben bu mükafatı iyice tattım. İlk defa bana dilinle de söyledin. İlk defa dili bana ayarlanmış bir sima gördüm. 




Oysa ben nice ayarsız sözler duydum, maymuni dudaklardan dökülüyorlardı. Nice vaadedilen hayatlar gördüm omurgasızdılar. Herşeye bir fiyat biçiyorlardı. Başının dağlara değdiğini söyledikleri sevdalarından bahsediyorlardı bitpazarı tezgahlarında. Bir gülün ağlayışı duyulmuyordu bülbül kahkahaları içinde. Nice eller gördüm en son sevgiliye dokunmayı bekliyorlardı.  Birbirlerini alkışlayan soytarılar gördüm.  İçilmeyecek iki şeyleri kalmıştı ona içiyorlardı. Onur ve şeref konulmuştu hakedilmeyişlerin adı.


Kirli eller gördüm temiz eldivenlerle örtülmeye çalışıyorlardı. Kirli yüzler taşıyan adamlar gördüm, yüzleri gözükmesin diye saçlarını uzatmışlardı. Kirli havalar gördüm başlarına kirli beyazdan bulutlar örtmüşlerdi. Ben seni bekledim yine




Bir kitaptım beni okuyamadılar. Sonra bir simitçiye bedelsiz verildim. Derken aldığın simitle aynı anda tanıştım parmaklarınla. O dudaklarını da tanıdı bense simidin bitmesini bekliyordum buruşup atılmak için. Ben birgün içime senin güzelliğinin dolacağını bekliyordum. Yıllarca seni bekledi sayfalarım. Sanki seni daim görüyorlarmışçasına sensizliğe isyan etti gözlerim. Düşlerden gayri bir bütünlüğümüz olmadı seninle. Vücutlarımız aynı sıcaklığı tutturmuşçasına...




Sana kızgın değilim. Kızgınlığımın sebebi vakitsiz ayrılık saati. Bize zamansız gibi gelen ayrılık saati.


Hep seni düşünmek, durmadan seni düşünmek... Seni düşünüyorum. Başımdaki kahır bulutlarını dağıtamıyorum bir türlü. 


Sana bir soluklukta olsa haber verebildim. Ne güzel bir duyguymuş kendini özel hissetmek. Özel hissettiğine teklik tanımak. Kimseye vermediğin ayrıcalığı vermek. Meğer ben senin gelip beni işğal etmeni bekliyormuşum. Bu bütün olamayışımızın özlemidir saçlarımın adedi kadar iğneler saplıyor canıma. Kimi seni özleyen gözlerime, kimi seni dinlemeye can atan kulaklarıma, kimi saçlarına dokunmayı bekleyen parmaklaarıma en çok da seni öpmeyi arzulayan dudaklarıma saplanıyor. 


Gözlerin o ilahi musikiyi söyledikçe ben bakışının şiirine mest olacağım. 27 Kasım 2010




Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe'ye Mektuplar 179
Özel hiseettiğine teklik tanımak

İçimde acı fırtına kopuyor

İçimde acı fırtına kopuyor



İçimde acı bir fırtına kopuyor. Başım bulutlandı bir kere. Bitmeyen arzuların sahibi ben değilken, beni böylesine parçalayan şey nedir?

Yıllar süren bekleyişimin vuslat çatlamalarını yaşıyor olmalıyım. Bu kadar acılarıma rağmen bu günler benim en huzurlu ve neşeli günlerim. Bir elim yağda bir elim balda hayat yaşamadım hiç. Yaşamayı da istemedim. Keder uzak durmaya başladı benden, mutluyum. Yorgun kafesimden çıkıp gitmek üzere olan kalbime bir nefes üfledin ki...

O an zaman durdu sanki. Omuz başlarından aşağıya dökülen sevgilerin vardı senin. Mekan silinmişti, sonsuza doğru bir nefes üfledin ki. Süzüle süzüle yaşıyorum zamanı. Ben ki çile denizinin dibini görmüş adamım. Ben ki yüreğimi sahibine saklamış, yıldızlarla süslü gecelere aldanmayıp, damarımda tepinip duran arzulara kement atmışım. Tenimde kişnenemiş istemediğim bir dişi kısrak. Kameri ziyalara boyun eğmemiş kendi meş'alemi kendim yakmış ve taşımışım.

Ben ki canıma tak ettiğinde dostların ıslanmış çehrelerine son bir defa hasretle bakıp "aradığım henüz içinize katılmamış" demiş bakıp gitmişim. Ben ki gül bahçelerinde yeşeren sihirli güllere aldanmamışım. Ben ki kokmayan, solmayan, dalında salınamayan plastik çiçekleri gülden saymamışım. Ben ki geceleri dilimdeki gelecekteki vuslat türkülerimle eskitmişim. Ben ki hicran çölünü yalınayak geçmişim. Yalan gölgelere sığınmamışım, adını ihlasla anmayan dilleri koparmışım..

Ben ki Lebibe seni beklemişim. Yalvarıyorum bana gönlünden başka yer yurt edindirmeye çalışma. Eteğine tutunan başka ışığa pervane olabilir mi hiç? Saçımdan son siyah tel kopsa bile, ruhsuz denilen kayalar gelse dile, ağlasalar kapanarak ellerime yerim de sensin yurdum da. Gözlerime vatan olmuş gözlerin varken, tebessümlerin ki çehrenin en güzel mevsimidir onlar varken, beni sevmekten vazgeçme diyen burnun, kahır çekmekten çekik olmuş gözlerin, simanın yarıçapına yakın bakışlarımın dalgakıranı dudakların, kuzeyi hallerime güneyi iklimler getiren kulaklarımın seyranı, beynimin azığı sesin varken hele de omuz başların Lebibe omuz başların varken bana başka yer-yurt edindirmeye çalışma.

Ben suvunması yapılamayacak soyutluklar yaşadım hep. Yazdığımı düşünüyorsun... Sen de herkes gibi yaşayarak yazdığımı düşünüyorsun. Kanayarak, ağlayarak yazdığımı sana daha kaç kere anlatmam gerekecekse o kadar anlatacağım ve eninde sonunda bize bir kapının aralandığına şahit olacaksın.

Şimdi gidiyorum. Yorgun yüreğin benim için çarpmayı unutup biraz da kendin için çarpmaya çalışsın... Ayrı bendenlerde karşı bedene ait kalbi taşımak çok da kötü değilmiş değil mi? Şimdi bendeki senin kalbin olduğuna göre düşün bakalım gögüs kafesimde tekleyen kim.

Yalvarıyorum bana gönlünden başka yer-yurt edindirmeye çalışma.  26 Kasım 2010


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe'ye Mektuplar 178
İçimde acı fırtına kopuyor

Ayrılık…


Merhaba Lebibe

Bugün 25 Kasım...

Ne zaman yağmur yağsa ben hep böyle oluyorum.

Yağmur damlalarını düşünüyorum. Onların kainatta asla yok olmadıklarını. Hep var olduklarını. Sevgiliyi yukarıdan görmek için gökyüzüne çıktıklarını. Sevgiliye serinlik vermek için canları pahasına kendilerini boşluğa bırakmalarını... Sevgiliye hayat vermek için düşüp parçalanmasını, toprağa karışmalarını, ayaklar altına alınmalarını. Sevgiliye nüfuz edebilmek için köklerine sızmalarını... Sokakları yıkamalarını, saçlardan aşağı dökülmekten zevk almalarını düşünüyorum. Bir gözden hançerlene hançerlene çıkarılışlarını düşünüyorum. Ne zaman yağmur yağsa ben seni düşünüyorum. Gökyüzünün bu kirli beyaz rengi içimi daha çok kirletiyor sanki. Beni yarın yolcu etmeye gelmene engel sanki.Yine de yağmurun yağdığı anlar senin bende en güçlü olduğun an sanki.

Sen içerinde sözcükler biriktiriyorsun. Korkuyorsun belki de. Belli etmemeye çalışıyorsun. Sakla!.. Onları saklayabildiğin kadar sakla!.. Nasılsa bir gün seni dinlemeyip dudaklarından dudaklarıma sel olup akacakları zaman gelecek.  Bakalım etrafta ne varsa bir bohça gibi toplayıp denize koşan sel haline ne zaman dönüşeceksin. Bakalım bendin yıkıldığında senin bana karışmanı kim engelleyebilecek.

Ne zaman yağmur yağsa ben hep böyle oluyorum.




Ben vuslatı tatmadım ki ayrılığı bileyim.

Yine de içim bir tuhaf oluyor. Arkamdan bir el sallanamayacağını bile bile bir tepeden yolcu ediliyormuşum gibi hissediyorum. Bana bir el beni bir boşluğa bırakıyormuş gibi geliyor. Geride bıraktıklarıma dönememekten değil, onları görememekten korkuyorum. Yerimde sayıp kalsam sanki daha bir emniyette olacakmışım gibi geliyor bana. Sallanma zahmetinde bulunmayan ellerin beni daha çabuk unutacağı düşüncesi aklımı kemiriyor. Bir el ki sevgiliye sallanma zahmetinde bulunmuyorsa, bir el ki gidene sarılamamak, geleni kucaklayamamak gibi bir cezaya çarptırılmışsa, bir el ki elliğini ayan edercesine tepkisiz kalıyorsa daha ne denilebilir ki...

Yine de ben bir serçe kadar yalnız kalacağım. Kolum kanadım kırık olacak uzaktan uzağında. Ben yine de can senli zamanlar için can çekişiyor olacağım. Sana ayrılıktan kuru hikayeler getirmeyeceğim seni hayal etmenin, seni düşlemenin sancılarını anlatmak için döneceğim. Kaç düşüne hamile kaldığımı benden duyacaksın. Sensizlikten kıvranan bedenimin çizdiği resimleri getireceğim. Nabızlarımın nasıl durma noktasına geldiğini. An'ları soluk soluk sancılı tüketişimi getireceğim sana. Sen yüzünde tebessümlerle karşılayacaksın beni.

Ben vuslatı tatmadım ki ayrılığı nerden bileyim.





Ayrılık..

İnsan uzaktaysa neden uzağında uzağına gitmek zorunda kalır ki. Ayrıysa insan etin tırnaktan ayrılığı gibi acı veriyorsa bu ayrılık ona neden ayrılığında ayrılığını yaşamak zorunda kalır ki. Böyle hissediyorum. Seninle 'an'lar bile çok uzunken bu kadar uzun süre ayrılığında ayrılığını yaşayacak olmak içimi acıtıyor.

Sana yazmak günlerce aylarca yazmak istiyorum. Yaşantımız gibi yazılarıma da sınır koymak zorunda kalıyorum. Varlığında dar gelen dünyam yokluğunda kat edilmesi zor bir yol oluyor. Diğer odam bile sanki benden birkaç gün mesafesinde uzakmış gibi bir türlü gidesim gelmiyor. Sana yazmak için kartpostallar aldım. Her gittiğim yerde yaptığım gibi... Farklı olanı yaşatana farklı özel şeyler söyleme gereği hissettiriyorsun. Gül yüzüne tebessümler çizmeye çalışıyorum. Sevdan bana altına imza atmaya çekindiğim şeyler yazdırıyor.


Ayrılık ...


Hayatım bu ilk ayrılığımız inşallah da son olur
Oniki gün
İkiyüzseksensekiz saat
Onyedibinikiyüzseksen dakika
Birmilyonotuzaltıbinsekizyüz saniye
....

Senden birmilyonotuzaltıbinsekizyüz ayrı soluk alacağım

Sanıyordum ki ayrılığı parçalarsam ufak ufak parçalara ayırırsam azalır. Öyle değilmiş. Eğer bu yolculuktan dönebilirsem sana an değil, gün değil, ay değil sana bir çağ getireceğim. 25 Kasım 2010


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe'ye Mektuplar 177
Ben vuslatı tatmadım ki

Senden bana kalan yüceliğe yakın bir yalnızlık

Senden bana kalan yüceliğe yakın bir yalnızlık

Sözlerle ne kendimizi ne de duygularımızı tam olarak dile getiremeyiz. Yine de bu mesafeden yapılabilecek tek yol budur. Bayram yaklaştı. İnançlarımız kadar kültürel köklerimizin de etkili olduğu bu bayramın bir adına da şeker bayramı demişler.  Gönlümün istediği bir bayramımız olsun. Bu senin doğum gününü saymazsak seninle olan ilk bayramımız.


Duygularımı sana açma fikrini ilk söylemeyi düşündüğüm gün senin doğum günündü. Bir şeyleri aktarmak ve anlatmak için daha erken olduğunu düşünerek vazgeçmiştim. Doğrusunu da yapmışım. Şimdi anladım ki içimden geçen duyguların ilk anlatılışı uyandıran ilk intiba kalıcı ise bu intibayı uyandıracak söylemi iyi yapmalı ve ikna edici boyutuyla yapılmalı. Duygularımı çıplak anlatabilseydim keşke.


Seni sevmekle bir sonsuzluğa sevdalandığımın farkındayım. Seni sevmeye bir ömrün yetmeyeceğini de biliyorum. Sonsuz olanda ilerleyebilmek hoş şeydir.Sen benim iyi niyetli aynamsın ve ben bu iyi niyetli aynada kendimi seyretmekten haz alıyorum. Seni sevmek önce bir buluş sonra öğrenmekti. Buluşuma sevgiyle, öğrendiğime güvenle bağlandım.


Bu noktada senden bana kalan yüceliğe yakın bir yalnızlık... Kasıklarımdan başlayan, ellerim ve ayaklarımdan bağlanmış farklı iki yöne çekiliyormuşçasına sancıların var. Sevdandan sebep kabuk bağlayan bir yaranın bıraktığı tat bedenimde dolaşıyor. Seni seviyor olmak başlı başına bir yücelik olsa gerek. Yücelere sevdalı olanların başı yüceliğe değmese bile gözleri sürekli yücelerde gezinir.


Neresinden tutsam sevdanın bir başı bağrıma bağlı. Lebibe sen gözlerimde bir ebemkuşağısın. Kaderime yazılı kar tanem, yanan  bağrıma düştüğünden beri bendeki yangınlarda ilahileşmeye başladı. Seni sensiz asla... 06.09.10


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 132
Senden bana kalan yüceliğe yakın bir yalnızlık

İnsan kendini kendisiyle tartmamalıdır.

          İnsan kendini kendisiyle tartmamalıdır.

İnsanlar bazen bizim düşündüklerimizi içtenlikle konuştuğumuza inanmazlar. Çünkü onlar çoğu zaman kendileriyle bile içtenlikle konuşmazlar. Hatta çok yalın ve katıksız duygularını bile dolaylı ve imalı dile getirirler. Onlara göre sevgi sözcüğünü bir solukta söylemek sanki önemsememek gibi geliyor olabilir. Sevgi öyle kolay ve bir çırpıda söylenmemelidir derler. Ben buna katılmıyorum. İnsanlar eğer içinde kabaran şeyi bir çırpıda söylememesi gerekiyorsa bu şey kesinlikle kaba, küfür ve hakaret sözcükleri olmalıdır. Yani içlerinde kabaran nefreti dile getirmeyi engellemelidirler.

Bunun için duygularımı hasıraltı etmeden dile getiriyorum. Şimdilerde sıkça söylenen ve daha çok keşişlere özgü ifade olan: Kendini tanı! Cümlesinden kendine dikkat et, bu dünyada karşına çıkan insanlara karşı muamelene de dikkat et. Beşeri münasebetler rüzgara karşı konuşmaya veya tükürmeye başlar. Dilinden çıkanı önce kendin duyarsın, ağzından çıkanda önce kendi yüzüne çarpar. Bu eylem ve davranış başkasına yönelik olsa bile önce senin yüzüne senin kulağına gelmesi hasabiyle senin neye layık olduğun anlamına da gelebilir. Kendini tanı! cümlesinden ben bunu anlıyorum. Yoksa insan kendini kendisiyle tartmamalıdır. Zaten sonuçta ya fazla büyük ya da fazla küçülmüş olarak çıkacaktır.


Kendisini frenlemeyi bilmeyen insanlar önce kendilerine sonra da çevrelerine zarar vererek bütün bir yaşamı mahvederler. Bu da dünyayı yaşanması zor bir yer, insanlar katlanılması zor varlıklar haline getirirler. Sevgi ilk başta saygıyı doğurmalıdır. Saygı ise başkalarına yaşam hakkı sağlar. Özgürlük en iyi biçimde yasalarla sağlanır.

Kendimi neden seviyorum biliyor musun? Seni seven kendim yine kendimce sevilmeyi hakediyor. Bu konuda sivrilmekten de hoşlanıyorum. Bakmakla yetinmiyor derinlemesine görmeye çalışıyorum. Gördüklerimden çıkardığım da şudur: insan ya aşka ölmeli ya da aşktan ölmeli. 02.09.10


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 131
İnsan kendini kendisiyle tartmamalıdır.  

Mevsim hazanı çalıyor yine de senin adın umut olsun.

Mevsim hazanı çalıyor yine de senin adın umut olsun.
 
Bugün Eylül. Mevsim hazanı çalıyor yine de senin adın umut olsun.
Sebebini bilmediğim bir yakınlıktasın artık. Büyüsen sen ve senli değerlere dönüşen yüreğim. Sana aşkı öğretecek değilim. İsterse eğer bir gönül, ne yarılıklar durdurabilir onu ne maniler. Mevsimin inadına gönlüme hazanı sürmeyeceğim. Sararmaya başlayan tenlerimiz, beyazlaşmaya başlayan saçlarımızın aksine ömrümüzü yeşerteceğiz. Umutsuz olmayacağım artık ve beni uzaklarda ilikli tutan ne varsa kırıp söküp atacağım. Bunu da yapacak kudreti içimde çakan kıvılcımlardan alacağım.
 
Sen bilmeyeceksin ben; şehrine geleceğim. Soluduğun havayı soluyacağım. Bastığın topraklara bir kez daha basacağım. Geçtiğin caddelere uğrayacağım, gözlerinin dokunduğu soğuk tepeleri seyredeceğim. Sen geldiğimi bilmeyeceksin. Ellerimde çiçekler olmayacak ama yüreğimde allı, aklı güller yetiştireceğim. Sıcaklığımız mevsimle tanımlanamayacak kadar yeni olacak. Zirvelerimizde kar gülleri varken dallarımızda nar kızıllığında güllerimiz olacak. Susmalarımız konuşmalarımızdan daha çok şey anlatacaklar.
 
Bakışların Lebibe. İçimdeki kısrağı kırbaç yemişçesine dörtnala koşturuyor. İçimdeki tüm kuşkonmaz tepelerim kuşlarca istila ediliyor. Şeffaflaşıyor tenim günışığı kanıma kadar sokuluyor. Ellerin kuraklaşan tenime nazaran Bedir Kuyuları gibi serinleşiyor birden. Yankısına sığınıyor sesim. Kör iliklerim parmaklarım dokunmadan çözülüyor. Kendi bakışlarımı damgalıyorum birden. Tescilleniyor baş eğişim.
 
Hasat mevsiminin en bereketli başağıdır saçların. Teninde ne yetiştiriyorsun böyle. Kondar kokuları geliyor burnuma Lebibe. Beni vasati bir yaşamın kıyılarından sürükleyen sesinde can buluyorum. Payimal edilen benliğimden bir ben doğurmama sebep sensin.(T)en'siz seviyorum seni.
Lebibe sanki beni yakından sevmeyi bırakıp uzaklardan sevmeye gitmişsin. Ben gidişinde ayaklarından kalkan tozları toplamış, bıraktığın izlere yüz sürmüşüm sanki.
Ayak izlerinin izi dudaklarıma çıkmış. Seni sevdiğimi ordan bilmişler. 01.10.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 130
Mevsim hazanı çalıyor yine de senin adın umut olsun.

Benim büyüyen yanım sensin. Sen aşksın

Benim büyüyen yanım sensin. Sen aşksın

Aşkı neden yazdığımı soruyorlar...İnsan hissettiğini, bildiğini yazar. Bende bu duyguyu seninle daha da iyi öğrendim. Aşk insanoğlu yaratılmaya karar verilmeden önce de var olan bir duyguydu. İlahi boyutuyla vardı. İnsanoğlunun mayasında bu duygu vardır. Sonra sevmeye nazır olan kabine nefreti öğretti insanoğlu. Hırsını öne çıkardı hasaretine sebep oldu. Bense geride bırakılan o aşkı öne itelemeye çalışıyorum.
 
Senin orada, benimse burada olmamı sağlayan aşktır. Aşk var olduğu için bizler varlığımızın farkındayız. Kainatı düşün içinde sayısız taşlar barındırı biz ise yolumuzun üstündeki bir çiçeği farkedriz. Aşk böyledir işte kalabalıklar içinde yalnız ama herkesin görmek, koklamak, dokunmak istediği bir yalnızlıktan mütevvellit bir güzellik. İşte ben bu güzelliğe en yakın olanlardan biriyim.
 
Ben bir sevda kadar o sevdayı kaleme alıp içimdeki görünmeyen büyüklüğü anlatmaya çalışma kavgasını veriyorum. Bu kansız, bıçaksız olduğu kadar bir o kadarda amansız sevdamı belki de enn çok sana anlatmakta zorlanacağım. Anlatamazsam bu benim başarısızlığım olur ama aşkın varolmadığı anlamına gelmez. Çekilen sancılar aşkın ıslak imzasıdır. Aşkından yana sancılanmayan ve kabuğunu değiştirmeden hayatını idame ettirerek aşkı yaşamaya çalışanlar eninde sonunda o aşkı bedelsiz olarak kaybeder.
 
Aşk artırılarak yenilenmeyi gerektirir. Yetmek ve yetkin olmak aşkı alışkanlık haline getirmemekten geçer. Alışkanlıklar ise sıradanlaşmanın ve sıradanlıkta kaybolmanın başka yoludur. İçimdeki seni hergün yeniden giydirir, yeniden saçlarını tarar ve yeniden inşa ediyorum. Bende büyümenin sebebi olan varlığın, sana olan ilgim, hissiyatım ve bütün bir uzay boşluğunu doldurabilecek yayılması ve istilacı sesini duydukça çoğalıyorum.

Benim büyüyen yanım sensin. Sen aşksın 29.09.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 129
Benim büyüyen yanım sensin. Sen aşksın

Partiküllerden oluşturduğumuz sevda.

Partiküllerden oluşturduğumuz sevda.
 
İnsanların nefislerini açlıkla terbiye ettikleri günleri yaşıyoruz.. İçimde o ay gelse de üzerime düşeni yapsam gibi bir beklenti yoktu. Belki de yaşadıklarım bunu hissetmeme engel oluyor. Yoğun günlerimizden kurtulduk sana, kitap okumaya ve yazdıklarımı daha düzenli hale getirmeye daha fazla vakit bulabileceğim. Öyle de olmalı...
 
Meşruiyetini yitirmiş bir hasreti çekmek bir şaire yeterince acı vermez. Bense acılarımı da yaşayarak tüketmek istiyorum. Sevdan omuzlarıma bir hamalın çektiğinden daha ağır yükler yükledi. Kasıklarımda sancılanmalar hissediyorum. İçimde depreşen, tepinen günümüze ait bir tasa ve üzüntü değil. Somut birşeyler aramaksa yanlış olacaktır. Başkalarını kıvrandıran, yörüngesinden çıkaran şeyler beni yörüngemde çıkaramadıkları gibi onları engel olarak görmediğimden nezdimde bir ehemmiyetleri de yoktur. Benim sancılarım yüz değiştiren, yasalllaştırılan duygulara bineaen olur. Bir gönül istemediği hatta istenmediği bir adreste ikamet etmek zorunda kalıyorsa bu beni ziyadesiyle etkiliyor. Varlıklarından mutsuz olanlar kadar, ortamlarından mutsuz yüzlere de rastlamaktayım. Adresi sabitleştirilen ama istenmeyen duyguları ve belkide tatminleri yaşamak insana ne kazandırabilir ki? Kafamda sürekli bu sorular dolaşmakta.
Yaşadıkları devrin sancılarını değilde geleceğe dair sancılar çeken insanlar yaşadıkları devirde anlaşılamayablir hatta dışlanabilirler. Sanırım aynı zaman diliminde yaşadıklarım tarafından yine zamanla bu duyguları yaşamam sağlanacak gibi. Yüzü asılan yakınının bu asıklığın sebebini sormadığı gibi umursamadığını gördüğüm bireylerle aynı caddelerde yürümek bana zul gelmeye başladı. İnsan aynı yastığa baş koyduğu birinin duygularını, tercihlerini hiç mi önemsemez?
 
Sanırım ben bu hesabı yapamayanlardanım. Mantık ve hesap der ki; duyguların da tıpkı somutluklar gibi hesap edilebilir yanları vardır. Bir bütün sevdayı oluşturabilmek için partikülü andıran bir sürü duygu zerreciklerini bir araya getirmelisiniz. Rızasından rızasızlığına, bakışından mimiğine, hitabından susukunluğuna, bilgeliğinden cehaletine, eğitilebilirliğinden yontulmamışlığına, hassaiyetinden vurdumduymazlığına kadar... bir sürü miniklerden dev cüsseli bir sevda oluşturursunuz. Bu dev cüsse büyüklüğü kadarda hafif bir yapıya sahiptir. Sonra bizde istenmeyenler, bizim istemediklerimizin devamı halinde bu dev cüsseden parçacıklar kopmaya başlar. Suyun toprağı yalayarak koca kara parçalarını yutması gibi hergün biraz daha küçülür. Bir gün bakarız ki elimizde tutabildiğimiz duygular sadece mecburiyetten kaynaklı yine mecburiyetten, toplum baskısından, şirin ve bütün gözükme gayretinden sebep olanlar. İşte o zaman aslında onların da elimizde olmadığını anlarsız. Beni kahreden işte bu durumda sürdürülmeye devam edilenlerdir.
 
Bütün bunları paylaşmak istedim. Mutsuz muyum? Hayır değilim mecburiyetimden yanında olamadığım ama sürekli yükünü çektiğim bir duygu zenginliğim var. Ben taşımak ve yaşatmakla mükellefim. Birgün hisssetirme görevide verilecektir insana.
Yazmış olduğum bazı mektupları sana göndermeme kararı aldım. Mektuplarımda bahsettiğim duyguları senin bilmene hakkım olmadığı düşüncesiyle yaklaşık on adet mektubumu çantama geri koydum. Zamanı gelince kimbilir belki elden verme cesaretim olur.28.08.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 128
Partiküllerden oluşturduğumuz sevda.

Kendime; sırası mı, zamanı mı gibi soruları sormaktan vazgeçtim

Kendime; sırası mı, zamanı mı gibi soruları sormaktan vazgeçtim.

Sesini duymak güzeldi. İçim ürperdi ve tüylerim diken diken oldu. Uzun bir aradan sonra bu duyguyu yaşamak kendimle yüzleşmemi sağladı. Bu kadar aradan sonra sana kötü bir haber vermekte hoş değildi. Ama bunu yapmalıydım. Kendimle günlerce, aylarca mücadele ettim. Kendimi toparlarım diyordum ki aslında daha da dağıtmışım. Bu süreçte yaklaşık on-onbir kilo zayıflamışım. Bunda hastanede kalmamın, zor günler yaşamamın katkısı olmakla beraber seninde bulunduğun katkı azımsanamaz.

Sesin beni kendime getirdi. Kalbime öylesine işledi ki bana Goethe'nin "Kalplere hitap edecek şeyin kalpten gelmesi gerekir." sözünü hatırlattı. Yine Goethe'nin deyimiyle "Kalp neyle doluysa, dudaklardan dökülür gider."Taziyede bulunuşun çok içtendi. Kalbinden bir yerlerden koptuğu sesinin tonundan anlaşılıyordu. İyi ki varsın ve iyi ki oradasın.
Şundan emin olmanı istiyorum; artık daha sık, daha yakın görüşeceğiz. Gerekirse bize uymayan şeyleri değiştireceğiz. Kendimi, gönlümü dizginlemekten artık vazgeçiyorum. Kendime sırası mı, zamanı mı gibi soruları sormaktan vazgeçtim.

Yazdıklarımı en iyi anlayacak olan çağdaşlarımdır. Sen ise hem çağdaşım hem gönlümün mukimisin. Beni en iyi sen anlayacaksın. Kim bilir beni nasıl sorgulayacak, nasıl terleteceksin.

Sana taklitçilikle değil ayrı bir orjinallikle geldim. Kopya ve devşirme sevgi sözcükleri olmadan, yalnız bana ait olanla hitap edeceğim. 03.08.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 127
Kendime sırası mı, zamanı mı gibi soruları sormaktan vazgeçtim.

Sessiz Gemi

Sessiz Gemi

Son mektubumda bahsettiğim gibi içimdeki ses o gün güzel şeyler söylemedi. Aradan on bir gün geçmesine rağmen normale dönemedik. Ayın on üçünde kız kardeşim Emine son kez gördü. Görüşmeyi çok kısa tuttular ve ekran verdikleri görüntüden anladığım kadarıyla da kısa tutmalarının sebebi pederimin hayatını yitirmiş olmasıydı. On üç Temmuz'da vefat etmiş oldu.

Mesele Yahya Kemal'in dediği bi mi acaba

Bir çok gidenin herbiri memnun ki yerinden
Bir çok seneler geçti dönen yok seferinden

yoksa ruhlarımız ruhlar aleminden dünyaya gelirken bir sefere çıktığımızı biliyorlardı ve onlarda;

Bir çok gidenin hiçbiri memnun değil ki yerinden
Bir çok seneler geçti dönmeyen yok seferinden
diyemi konuşuyorlardır.


Beklenen olmuştu. Tüm dost akrabaları haberdar ettik. Hayatın bana öğrettiği şeyler bana yetecek gibi duruyorlarken biraz daha öğrendiklerim oldu. Bana zor gelen bir şey daha vardı ki diyabet hastası olan babam soğuk havaya hiç dayanamazdı. Herkes için normal gelen sıcaklık onun için dondurucu denilecek kadar olabiliyordu. O gece babamın naaşını morga koyarken aklıma gelen ilk şey babamın burada çok üşüyeceğiydi. Eve geldiğimizde de aynı duygu içerisinde ağladım.

Ertesi sabah erkenden kalkıp hastanenin morguna gittik. Bu telaşlar benim için yeniydi. Kardeşlerim ve tüm ailemiz oradaydık. İnançlarımız gereği olan vefat edeni yıkama işini iki görevli ile birlikte bende yaptım. Yıkamadan önce açık kalan tek gözünü ellerimle kapadım. Yıkama işleminden sonra, yaşadıkları mahallenin camisine getirdik. Mahşeri bir kalabalık vardı. Pederimin naaşını mezara üç kardeş indirdik. En tahtaları yerleştirme işini ise kardeşim Salih yaptı. Bunda en büyük pay pederimin yaşadığı hayat şekli olmakla beraber kardeşlerimle beraber bizim çevremiz ve validemin hiç bir hayır işinden geri kalmamasıydı. Geniş bir çevre oluşturmuştuk. İlk üç günü fazla olmak üzere her gece kalabalıkları ağırladık. Adetler neyi gerektiriyorsa onu yaptık.

Temmuz ayı bitmek üzere... Geçen zaman zarfında daha da öğrendiklerim oldu. Yanımızda olduklarını hissettirmeye çalışan dostlarımız oldu. Şimdi oturduğumuz evi babam birinci kata çıkamadığından almıştık. Ama bir gün bile görmek nasip olmadı. Zaten o hastanede yatarken taşınma işlemi gerçekleştirilmişti.

İnsanlar böyle günlerde Yaratıcı'ya daha yakın oluyorlar. Bizim ailede okumasını bilmeyen yoktur. Hepimiz okumasını biliriz ve üzerimize düşeni yaparız. Zaten öyle durumlarda rütbelerin söküldüğüne her insanın aynı makam ve mevkide olduğuna inanırız. Mezardan bakınca körfez ayaklarımızın altında gibi gözüküyor. Validem rüyasında gömüleceği mezarı gördüğünü anlatmıştı. Pederimin yattığı yerin yanında valideme de yer aldık. Annemi bir gün okumaya götürdüğümde baktı ve "rüyamda gördüğüm benimde gömüleceğim yer burası" dedi. Başka topraklarda doğup başka şehirlerde gömülmek bu işte. Burada yatan onlarca akrabamız var.

Sevgili Lebibe

Başımın darda, gönlümün yasta olması sebebiyle sana da zaman ayıramadım. En azından mektup yazabilirdim ama buna vaktim olmadı. Telaş ve endişeleriminde yeri var. İnsan böyle durumda bir boşluğa düştüğünü sanıyor. Metanet ve inannışına görede bu süre uzalıp kısalabiliyor. Bizim bilmediğimiz bir hayrı da olabilir. Babamın ölüm ve onların ifadesiyle nüfustan düşme kağıdını almak için dün gittim. Kayıttan düşmüşlerdi.
Bakalım gelecek günler bize neler getirecek. Yanında olmadıktan sonra uzağa gidenle ukbaya gidenin pek farkı olmuyor. Bu farkı belli etmek için ilk fırsatta sana ulaşmayı deneyeceğim. Bana biraz zaman ver. 24.07.10

Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 126
Sessiz Gemi

İçimdeki ses bugün bana çok kötü şeyler söylüyor

         İçimdeki ses bugün bana çok kötü şeyler söylüyor

Dün bana göre enteresan olmayan bir gelişme yaşandı. Yine hastanede beklerken birden o soğuk kapı açıldı ve sedyeyle bir götürülen bir hasta gördüğümde hemen koştum. Kendisini görünce babam olduğunu anladım ve elimde olmayarak " bu adam benim babam, nereye götürülüyor" diye hem de yüksek sesle konuşmuşum. Doktor "diyalize almak zorunda kaldık... Başka çaremiz yoktu oradan çıkamayabilir" dediğinde sona yaklaştığımızı biraz daha hissettim. Ailemden benden başkası hiç kimse yoktu. Beraberlerinde diyaliz binasına kadar gittim. Yatağa yatırılmasına yardım ettim. Makinalarıyla birlikte naklediliyor olması durumu iyice zorlaştırıyordu. Solunun cihazına da bağlıydı bir yandan.


Soğukkanlı olduğumu ve olayları abartılı bir şaşkınlıkla karşılamadığımı söylemiştim. Binadan dışarıya çıktım ve kardeşlerimin ve validemin pederimi bir daha göremeyeceklerini düşünerek önce kardeşimi aradım. Gerçeği bizi bekleyen o kaçınılmaz gerçeği söyleyemeyeceğim için de "babamı diyalize aldılar, yoğun bakımda iken göremiyordunuz görmek istiyorsanız gelin" diyerek telefonu kapattım. Peşinden annemi arayarak buna yakın cümleler kurdum. Derken ablamı ve onun arkasından kız kardeşim ve halamı da aradım. Onlar daha iyi olduğundan diyalize alındığını sanıyorlardı ama gerçeği bir ben biliyordum. Önce kardeşim Sertaç, Salih ve arkadaşı Harun geldiler. Arkalarından validem derken ablam ve eşi geldi. Arkasından Emine ile birlikte yeğenlerim Büşra ve Yasin yeni gelmişlerdi ki halam ile eniştem de yetiştiler.

Görmek isteyen herkesin görme şansı oldu. Bu bir an bakıp ayrılmaları kısa tutturmaya çalışıyordum. Diyalize gireli ancak yirmi dakika olmuştu ki ben hepsine gidip yoğun bakım ünitesinin önünde beklemelerini oraya götüreceğimizi, orada da görebileceklerini söyleyerek hepsini gönderdim. Aradan beş dakika geçmedi ki Mavi Kod durumu devreye girdi. Babamın kalbi bir kez daha durmuştu. Hemen müdahale edildi, dönmez denilen babam bir kez daha dönmüştü ama bu kez boğazından aşağıya bir hortum sarkıtılmış ve düzenli olarak oksijen pompalanıyordu. Yeniden yoğun bakım ünitesine götürüldü. Beklemekte olan yakınlarımız neden bu kadar kısa sürdüğünü sordularsa da geçiştirdim. Yeniden beklemeye başladık oradan hiç ayrılmadan 2 saat kadar bekledim.


Validem gece beklediğimi ve artık gidip dinlenmem gerektiğini, kardeşlerimin bekleyebileceklerini söyleyerek benim gitmemi istedi. Evime geldim, duşumu aldım, bir saat kadar uyumuşum. Uyandığımda tekrar hastaneye gitmeden amcamlara uğrayarak konuşmak istedim. Amcamlara uğradığımda iki kızı ve kendileri vardı. Yaklaşık bir saat konuştum ve amcama büyük bir metanetle babamın bu son gecesi olduğunu bir daha gece yaşayamayacağını anlattım. Bunu hissetmiştim ve araları limoni olan bu iki adamı son zamanlarında yakınlaştırmak istemiştim. Hastaneye geldim. Gece bir gelişme olmadı. Bugün ise görüş saatinde kız kardeşim Emine'nin görmesi için ona söz vermiştim. Öyle de yapacaktım. Bu mektubu sana sabah yazıyorum. Bugünü akşam edebileceğimiz kanaatinde değilim.


Birazdan kardeşlerim gelirler. Yine tüm aile burada oluruz. Yine yanılmıyorsam diğer akrabalarımız da gelirler. Amcam benim dediğimi dikkate alırsa görmeye gelir. İçimden bir ses bugün son diyor. Umarım yanılıyorumdur. İnsanlar neden sırt çantasıyla burada beklediğimi merak ediyorlar. Sabahlara kadar uyuyamayan adamın çantasında birkaç kitap ve yazıyorsa günlük defteri olmalı. Ben de öyle yapıyorum. Sırt çantamın içinde okuduğum, sana yazdığım mektuplar, karaladığım şiir taslakları var.

İçimdeki ses bugün bana çok kötü şeyler söylüyor. 13.07.10 Saat 05


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 125
İçimdeki ses bugün bana çok kötü şeyler söylüyor



Şairlerin birçoğunda acıyla yüzleşme cesareti yoktur

Şairlerin birçoğunda acıyla yüzleşme cesareti yoktur ve en vefasız topluluktur

Artık soğuk gelmeye başladı. İnsan beklemekten değil de, bir değişme, bir gelişme olmamasından sıkılıyor. İnsan kendisiyle yüzleşemiyor. Bu bir gerçek. .Sıkıldığımızdan değil ama belirsizlik bizi endişelendiriyor. Aslında belirsiz olan bir şey yok ama kabullenemiyoruz.


Burada bulunduğumuz üçüncü gün. Her gün hasta görüşünden sonra doktorlardan bilgi almaya çalışıyoruz. Özel yakınlığımız olan doktorlar daha temkinli, ümitvar olmaya çalışıyorlar. Bizi yakından tanımayanlar ise sorularımıza daha net cevaplar veriyorlar. Her şey apaçık ortada ama kabullenmek istemiyoruz. Başka ülke ve şehirlerde ne kadar yakınımız varsa hepsini haberdar ettik. Şimdi hepimizde endişeli bir bekleyiş var. Yurtdışında yaşayan kardeşim gibi amcam ve halam da burada. Yine yurtdışında yaşayan amcazadem geldi. Ankara'da yaşayan dayım da burada. Sakarya'da yaşayan kardeşim geldi ve geriye dönmek zorunda olduğu için gitti.

Doktorlara sorduğumu sorular ve cevaplar o kadar açık ki.

Nefroloji uzmanına sorduğum "pederimin durumunda bir gelişme var mı?" sorusuna karşılık aldığım cevap; "bizde takip ediyoruz beklemedeyiz ancak bir diyaliz hastasını ortalama ömrü on yıldır. Umarım her şey iyiye gider ama durumu sıkıntılı"

Kalp damar cerrahına sorduğum da ise; "Sadri amcanın durumu iyi değil, mücadele ediyor"


Uzmanlık alanını bilmediğim ve bilgi verme sırası kendisinde olan genç bir doktor ise "bizim yataklarımız değerlidir. Burada iyileşme kurtarılma ümidi olan hastaları yatırırız. Sadri amcanın durumunda düzelme olmayacaktır aslında o burada bile yatırılmamalı ve kaderine terk edilmelidir. Bundan sonra durumunda bir düzelme olamaz. Bekleyeceğiz..."


Ne olacağı belli.  Zaman'ın neyi göstereceği de aşağı yukarı belli. Bugün diyalize bağlanması gerekiyordu. Dün bağlandığında kalbi durduğundan yarıda kesilip, yeniden hayata döndürülmüştü. Doktorunun söylediği " Diyalize almak son çaremiz. Bünyesi zayıf ve son ana kadar diyalize alamıyoruz. Anlayacağınız diyalize almazsak zaten kaybedeceğiz ama diyalize aldığımızda da kalbi  ve bünyesi kaldırmıyor. Zayıfta olsa bir ihtimal"

Babam buraya getirildiği günden bu yana kalbi üç kez durdu ve yaşama döndürüldü. Biliyorum ki bu durmaların birinde dönüş olmayacak ama direniyor olması bize buruk bir sevinç yaşatıyor.

Sevgili Lebibe

Şair ve yazar dünyasında yakından haberdar ettiğim kimse yok. Bu telaşa onları da katmak istemiyorum. Hem o camia o kadar nankör bir camia ki yüzleri ve mimikleri yapay. Bazen yürüme mesafesinde olan arkadaşlarımın bile samimiyetine inanmadığım oluyor. Bu konuda tek samimi olduğunu düşündüklerim eğitim camiasındaki arkadaşlarım. İçten ve samimiler. Yıllarımızı verdiğimiz mesai arkadaşlığımızın meyvaları bu olsa gerek. Şairlerin birçoğunda acıyla ve gerçeklerle yüzleşememe gibi bir korku var. Onlar yapay bir alemde yapmacık tavırlarla kaçak yaşıyorlar. Yıllardır asla taviz vermediğim bu gibi durumlar vardı bir cenaze için binbeşyüz kilometre yol katettiğimi bilirim. Ama dediğim gibi yazmak ile yaşamak arasındaki bağlantıyı kuramayacak kadar seyrek ve yapay olanlar var. Bu yol benim çizdiğim bir yol değil ama ben bu yolda yürüyorsam kendi kurallarımla yürümeye devam ederim. Eminim ki seni durumdan haberdar etseydim daha hassas ve ilgili olurdun. 11.07.10


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe’ye Mektuplar 124
Şairlerin bir çoğunda acıyla yüzleşme cesareti yoktur ve en vefasız topluluktur

Ocaklar ve Küller

         Ocaklar ve Küller

Ne olacağını bilerek bekliyoruz. Yaşlılarımız derlerdi ki "vakit, saat tamam olmadan yaprak bile yerinden kıpırdamaz". Öyle bir bekleyiş içindeyiz. Yoğun bakıma alınalı iki gün oldu.  Hemen her gün burada bekliyorum. Geceli-gündüzlü... Nasıl bir yönetim anlayışı olduğunu çözemedim. Yaklaşık  yirmi beş metre uzunluğunda bir koridor düşün. Bu koridorun içe doğru genişleyen bir bölümü daha var. O bölüm bekleme salonu olarak kullanılıyor. Aynı koridorun bir başı yenidoğan ünitesi diğer başı yoğun bakım ünitesi. Her saat bir kaç doğum ve bu doğum yapanların yakınlarının sevincine şahit oluyorum. Diğer başta ise sürekli ağlayan ve endişeyle bekleyen ümitsizlerin yakınları can çekişiyorlar. Bekleme salonu ise aynı ortam. Gözleriniz dolmuş ve dalıp uzaklara gittiğiniz bir anda size doğru uzatılan bir tepsi baklavayla birlikte "alır mısınız?" hitap sualiyle karşılaşıyorsunuz. Başınızı kaldırdığınızda mutlu bir yüzle karşılaşıyorsunuz. Bir kaç kez Muhasebe isimli şiirimde yer alan "her doğan ölüyor görmüyor musun?" dizesini söyleyesim geldi. Kimsenin sevincini kesmeye de hakkım olmadığını düşünerek sustum.


Yoğun bakım ünitesinde yatan hasta yakınlarına günde beş dakika görme müsadesi veriyorlar. Ayrıca o beş dakikalık zaman dilimini aynı anda bekleme salonundaki televizyon ekranına yansıtıyorlar. Hasta yakınlarıyla konuştuğumda anladım ki bu yol uzun bir yol olabiliyor. Yetmiş beş gündür yatan hastalar bile var.

Sevgili Lebibe

Buranın yegane gerçeği günde bir veya iki cenazenin çıkması. Soğuk kapıları var ve o kapılar açıldığı an ürperiyorsunuz. Hemen kapıya koşturuyor ve çıkan sedyenin sizin yakınınız olup olmadığına bakıyorsunuz. Yaşam ile ölümün en uç noktalarının olduğu bir yer burası. Beş dakikalık görüşmeden sonra doktorlar yatan hastalarla alakalı soruları cevaplıyorlar. Kısa kısa cevaplar veriyorlar. Benim ilk iki günde anladığım ve bize söylenilen "beklemenize gerek yok, acil bir durumda sizleri haberdar ederiz." Bu cümle fazlaca geniş olanlar için yeterli bir cümle olabilir ama içeride yatan hastanız haftada üç gün diyalize giriyorsa bu ifade sizi tatmin etmez. İleri derecedeki bir diyaliz hastası bu seansların birini aksatırsa başka sıkıntılarda baş göstermeye başlayabilir. Bugün de diyaliz günü bakalım ne yapacaklar.


Öğlen saatinde gelen ziyaretçilerimizin hemen hepsi o beş dakika hakkını kullanmak istiyorlar. Oysa bu mümkün değil. Gece beklediğim bir durumda doktora görmek istediğim ricasında bulundum. Bu gibi yerlerin kuralları olsa da anladım ki sizin ılımlı ve anlayışlı yaklaşımınız bu  kuralların esnetilebileceği anlamına geliyor. Doktor müsade etti ve ben gece girerek ziyaret ettim. Tamamen makina desteğiyle yaşıyor. Alnını sildim, yüzüne dokundum. Duyabiliyorken söyleyebildiğim "baba seni seviyorum ben burada bekliyorum" cümlelerini kurabildim. Doktorun bu ziyaretimden diğer hasta yakınlarının haberdar olmaması isteği doktorla aramızda oluşan samimi ve güvene dayalı bağın yansımasıydı. Bu üniteden henüz yaşayarak çıkanı görmedim. Bakalım gelen zaman bize ne gösterecek.

Ocaklar ve küller... Lebibe sanırım bir ocaktaki ateş daha küllere dönüşmek üzere. Hakkımızda hayırlısı diye dua etmekten başka çaremiz yok. Hepimizin içinden geçen "ebeveynimiz veya sevdiklerimizden birisinin yardıma ihtiyacı olduğunda elimizden geleni yaparız" diye bir düşünce vardır. Ben zaman zaman kendimi sorgular ve bu yardımda ne derece yararlı olabileceğimi veya ne kadar sınırsız olabileceğimi düşünürdüm. Yaşadıklarım ve duyduklarım bana göstermişti ki söylev ile eylem farklı olabiliyor. Bir çok insan çaresiz ebeveyninden uzak durabiliyor ve ben böyle bir durumda ne yapacağımı yaşayarak görmek istiyordum. Pederim yoğun bakına yatırılmadan önce bir çocuğun altını değiştirircesine yardım edebildiğimi görünce babamın benim yüreğimdeki gerçek yerini kanıtlarmışçasına mutlu oldum. İnsan kendini test edebilmeli demek. Ahkam kesebilen bir dilimizin olup olmadığını bilebilmek, öğrenebilmek güzel olan bu.


Bu durumda çocuklar yetişkinleşiyor, yaşlılar çocuklaşıyorlar. 10.07.10



Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 123
Ocaklar ve Küller

Gel-gitler içindeydim.

Gel-gitler içindeydim.

Üzerimizde bulunan ve geçen günlerde daha fazla baskısını hiseetiğimiz kasvet dağılmak üzere. Bizi bekleyene şimdiden alıştık gibi. Böyle düşündüğüm bir günün sabahında akşam biraz daha erken geldi. Daha az ziyaretçi vardı. Herşey daha güzel olacak derken gece yarısından sonra uyandı ve bir tedirginliği var gibiydi.

Konuşmalarımız devam etti.Saat üçe doğru gözkapaklarımın kapandığını ve artık ağırlığını taşıyamadığını hissetmeye başlamıştım ki validemin yerinden kalktığını farkettim. Ters gitmeye başlayan birşeyler vardı. İvedilikle nöbetçi hemşireyi çağırdım. Her zamanki yürüyüşüyle telaşlanmadan geldi amaa pederimin durumunu görünce panikledi. Yüzündeki ifade değişti. Oysa daha bir gece önce okumakta olduğu Nazan Bekaroğlu'nun Lal isimli kitabına dair konuşmuştuk. Ben ona NazanBekiroğlunu anlamak için onun referans ve rehber kabul ettiği üstam dediği Mustafa Özel'i anlamak gerektiğinden bahsetmiştim. Yüzündeki o dingin ifade gitmiş yerine cankurtaran ifadesi gelmişti. Cebinde çıkardığı seyyar kablosuz telefonu çıkardı ve "606 da Mavi Kod durumu" diye bir ifade kullandı. Kafamda sorular belirmişti bu ifadenin kestirme bir anlamı olmalıydı ama ne. Diğer bölümün nöbetçi hemşiresi de gelince artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını anladım.
 
Bir aan validemle gözgöze geldik. Beti-benzi solmuştu. Diğer hastaların refakatçileri bir anda koridora dökülmüşlerdi. Validemi yan odada yatan ve kalpten amiliyat olan genç bir kadının refakatçisine emanet ederek bir koltuğa oturtmassını söyledim. Valideme de " sen burada otur telaşlanma ben başında bekliyorum" diyerek yanından ayrıldım. 112 biriminin hemşire ve doktorlarının koşarak geldiklerini görünce Mavi Kod'un anlamını çıkarıverdim. Güvenlik görevlilerinden birisi kapıya dikildi ve görevlilerden başkasını içeriye sokmamaya çalışıyordu. Yüzüne baktım ve telaşlanacak panik yapacak bir tip olmadığımı, onlarada engel olmayacağımı söyleyerek başımı koltuğunun altından sokarak içeriye girdiğimde dokturun hastayı kaybediyoruz dediğini duydum. Atağın ilk geldiği andaki o vücuda elektrik verilmiş gibi titreme ve kasılmalar yerini daha az tepkilere bırakmıştı. Hemşireler artık geç dercesine ellerini çekmişlerdi ki doktorun çabaları meyve vermiş ve cihazdaki çizgiler tekrar aşağı yukarı zikzaklar çizmeye başlamıştı. O an ne yapacağımı ve ne yaptığımı hangi ifadeye bürüneceğimi bilememiştim. Sevinmiyordum ama üzülmüyordum da. Sonra doktorun "hasta geri döndü" demesiyle biraz daha kendime geldim. Koridora çıktım, validemin yanına yürüdüm ve sarılarak "geçti anne, geçti" diyerek ağlamaya başladım.

Aradan beş-on dakika geçmeden Kalp Damar Cerrahı beni çağırdı. Şimdilik duruma müdahale edildiğini, bir atak geçirdiğini bu atakların belirli aralıklarla tekrarlayabileceğini ve pederimin kendisine geldiğinde büyük ihtimalle hafıza kaybı yaşayabileceğini anlattı. Gözlerimi bile kırpmadan sonuna kadar dinledikten sonr doktor bey biz her duruma hazırlıklıyız diyerek durumu anladığımı anlatmak istedim. Doktorun yanından ayrıldığımda valideme hiçbirşey söyleyemedim geçtiğini ve zaman zaman bu durumların yaşanabileceğini ima edercesine anlattım. Sabaha kadar ayakta dikilerek durdum. Sabahın ışıklarıyla birlikte yurtdışında olan kardeşimi aramaya başladım. On kez den fazla aramama rağmen cevap vermedi. Bu arada babam kendisine geldi ve durum doktorun dediğimi olmadı. Babamın ilk sözü Şahsiye iyi değilim demek oldu. Annem ise kendi dilince onu telkin etmeye çalışıyordu. Öğlene doğru kardeşim aradığımı farketmiş ve beni aradı. Böyle durumlarda alıştıra alıştıra söylemek lazım dedikleri kısmı geçerek direkt olarak "babamın durumu iyi değil, eğer konuşurken veya yaşarken görmek istiyorsan Cumartesi'yi en kısa sürede gel" diyerek kapadım. Peşinden ablamı aradım ve babama yumurta pişirip getirmesini söyledim. Arkasından durum ciddileşince de hemen gelmesi gerektiğini ifade eden bir arama da daha bulundum. Daha fazlasını söyleyemedim ama bizim aile de "acaba acil bir durum mu var?" sorusunu kendisine soran bir ferde henüz rastlamamıştım. Onlarda 'kendi yaptıkları iş yarım bırakılamaz ve acil diye birşey olamaz' düşüncesi hakimdir. Bunu da bildiğimden "gel diyorsam, gel" diyerek telefonu kapadım.

Şimdi öğlen vakti oldu herşey geçmiş gibi gözüküyor. Doktorlar onu başka bir hastanenin yoğun bakımında yer olduğu gerekçesiyle İstanbul'a sevk etmek istediler. Aynı doktor durumun değişmeyeceğini ve büyük ihtimalle yolda vefat edebileceğini de ancak sorumluluğunu yerine getirmek sitediğni de anlattı. Ben bu durumu validemle istişare ettim. Yıllarını bu adama hizmetle geçirmiş validem bu durumu kabul etmedi sebebini de " Oğlum benim on yıldır gitmediğim hastane kalmadı, burası kadar hastayla ilgilenen ve insancıl olan başka personel görmedim. Madem durum bu kadar ümitsiz kadere boyun eğeceğiz. Ömrünün son anlarında eziyet çektirmeyeceğiz." diyerek açıkladı. Doktor beyin yanına giderek bu konudaki sorumluluğu üstlendiğimizi, gerekli imzaları atabileceğimi söyleyerek hemşire hanımdan boş bir kağıt isteyerek doktorumuzun bize gerekli bilgiyi verdiğini, durumun ciddiyetini anlattığını, başka bir hastanenin yoğun bakım servisine nakledebileceğini ama bunu kabul etmediğimi beyan eder bir dilekçe yazarak imzaladım. Sonra da valideme de imzalattım. İki-üç saat sonra gelen küçük kardeşime de durumu anlatarak onunda imzalamasını sağladım. Doktorumuz rahatlamıştı. Biz ize bizi bekleyen şeyi beklemeye başlamıştık.

Akşam saatlerinde bir atak daha geldi. Anladım ki atakları önleyen bir iğne yapıyorlarmış yoksa bu ataklar daha sık olacaklarmış. Son atağında o halsiz adam o kadar kasılmaya ve hareket etmeye başlamıştı ki ben zar zor kontrol edebiliyordum. Gece saat bir gibi yurtdışındaki kardeşim geldiğini ve kaçıncı kata çıkması gerektiğini bildiren bir arama yapmıştı. Aşağıya indim güvenlik görevlisi bu saatte ziyaretçi alamayacağını belirtince ben de görevli polis arkadaşımı devreye sokarak kardeşimin ilgili kata çıkmasına müsade edilmesini sağladım. Kardeşim geldiğinde babam duyuyor, konuşmalara ufak tepkiler veriyordu ama konuşamıyordu. Yaklaşık iki saat kadar bu durum devam etti. Derken gece üç gibi bir atak daha geldi ki bu en ağırıydı yine Mavi Kod durumuna geçildi. Önce geri döndürülemez diye düşünülen babam bir daha geri döndürülmüştü. Altıncı kattaki odassından alınalarak yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Biz ise çaresiz bir şekilde beklemeye başladık.
 
Gel-gitler içindeydim. 08.07.10
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 122
Gel-gitler içindeydim.

Ona usülünde anlattım

Ona usülünde anlattım
 
Beni bu derin yalnızlığa sana olan sevgim sürükledi. Kalabalıklar içinde yalnız yaşıyorken şimdilerde içimde çoğalışına tepki gibi bir o kadar daha yalnızlaştım.
Başımızdan eksik olmayan kalabalıklar var. İyi günde, kötü günde diye başlıyorlar bütün konuşmalarına.
 
Pederim ameliyat olalı iki gün oldu. Sanki bir şeyi yokmuşçasına gelenlerle sohbet ediyor. Anladığım o ki o da bizi üzmek istemiyor. Bir ara kesilen bacağını ne yaptığımızı sordu. Ona usülünde anlattım. Morga kaldırdığımı, mezarlıkta bir yer aldığımızı ve en kısa sürede gömeceğimizi anlattım. İnancımızda böyle olması gerektiğini de o bize anlattı. Rutin muayeneye gelen doktoruyla konuştum ve bacağı gömmekte acele etmemem gerektiğini, eğer acele edersem iki iş yapmış olacağımı söyledi. Ben ne demek istediğini çok iyi anladım. Bu konuyu henüz ailemden kimseye açmış değilim. Eğer durum böyle giderse bir değişiklik yaşamazsak doktoru dinlemeyip yarın bacağı yarın gömeceğim.
Burada yalnızlığı da anlıyorsunuz, yakınlığı da. Küçük kardeşimin içi içini yiyor ve o kadar yakın ki. İşten geldiği saatlerde direk buraya geliyor bir iki saat bulunuyor. Annemse süreli burada. Zaman zaman ablamda geliyor. Kız kardeşim Emine ise iki kez geldi. Umarım ileride bu tembelliğinin acısını çekmez. Sertaş sık sık arıyor. Sait'i ise ben haberdar ediyorum.
 
Bugün babamın yatak çarşflarını değiştirmenk istedik. Bana kalsa babamı yerinden kaldırmadan yapmalıydık. Annemin hijyen konusundaki titizliği had safhada olunca bu mümkün olmuyor tabi. Gözleri görmeyen babama kendisini kucağıma alıp koltuğa oturmayı teklif ettim. O bunu kabul etmedi zaten yıllardır birisi kucağına alırsa iyice incelen ve gevrekleşen kemiklerinin kırılabileceği korkusunda bahseder durur. Annemde koluna girerek tek bacağının üzerine kalkmasına yardım ettik. Babamın yüzündeki o yıkılış ifadesini görmeliydin. Tarfi imkansız bir çaresizlik ve ümitsizlik vardı. Bir adım atabilseydi koltuğa ulaşacaktı ama onun bu adımı atacak gücü hiç olmadıki...
 
Koltuğa oturtduk ve yatak çarşaflarını değiştirdik. O ise her şeyin daha zor olacağını söylemeye çalışıyordu. Aldırmamasını, bizim ne güne durduğumuzu söyledim.
Babam yıllardır yatalak seviyesinde bir hasta ama fazlaca edepli ve hayalı. Artık kendi ihtiyaçlarını gideremeyeceğini anladı bu ise onu iyice yıktı. Umarım bu duygusallaşma onda başka etkiler meydana getirmez. Haddinden fazla ziyaretçisi oluyor. Ben doktorun fazla ziyaretçesi istememesi üzerine yattığı altıyüzaltı adalı odanın kapısına üzerinde "ziyaret yasaktır" yazısı bulunan bir kağıt astım. Gece sabaha kadar hiç inlemeden, serzeniştge bulunmadan uyumuştu. Genelde böyle durumları yaşadığımız günün ertesinde bizi sıkıntıların karşıladığına şahit olurduk. Umarım bu gecede rahat uyur.
 
Sen ise gönderime bir sevda bayrağı çektin, sesini duyurdun ve uzaklara gittin. Gönderimde dalgalanan sevdanı bir de gözlerimin içini taşısan olmaz mı? Bilmiyorsun Lebibe! Seni sadece acılardan ve uykulardan artan vakitlrimde değil her zaman düşünüyorum. En çokta sevinç anlarımda. 05.07.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 121
Ona usülünde anlattım

Kesilen Bacak

Kesilen Bacak
 
Aslında ben bunu yazmayacaktım. Cerrahi müdahale biteli yaklaşık 10 saat geçti. Pederimin bu kaadar çabuk konuşacağını ve bize en azından sözcükleriyle katılmasını beklemiyordum. Soluk alırken girdiği o ortamdan tekrar soluk alarak çıkması yüzlerimize tebessümler serdi. Ameliyathaneye girerken korktuğunu ve endişelendiğini hissettim. Asansöre binerek ameliyat haneye inerken bende yanlarındaydım. İlk gününden bu yana hep yanımdaydım. Pederimi odasına yerleştirdikten sonra ilk görmek ve sarılmak, paylaşmak istediğim kişi sendin.

Biz kapalı bir toplumun bireyleri olmamıza rağmen ben onunla arkadaş gibiydim. O sert ve kendi işini kendisi gören adam hastalandığında çok daha sert ve geçimsiz oluyordu. Özellikle sağlık personeline yönelik sert ve kırıcı tavır ve davranışları olabiliyordu. Artık daha sakin ve daha ehil duruyor.

Sevgili Lebibe

Metanetimi asla yitirmediğimi söylüyorlar. Ama ameliyat bitirilip de pederim odasına alındığında müdahale edilen ve kesilip alınan bacağıda kendisiyle birlikte aynı ayatktaydı. Bir poşete sarılmış ve o da çarşafın altında getirilmişti. Doktor bey ve gerekli yerlerle gerekli temasları yaptıktan sonra kesilen bacağı bir mezara gömme girişiminde bulundum. Günün geceye dönmesi ve yapılması gereken işlerin yetişmemesinden dolayı kesilen bacağı morgda muhafaza etme gereği hasıl olmuştur.

Gerekli imzaları attıktan sonra kesilen bacağı kucağıma alarak kendi ellerimle morga götürdüm. Önce ve dıştan metanetli gibi gözüken bu davranış canımı bağrıma bir hançer saplanmışçasına acıttı. Ben bu kuralsız ve beklenmedik bir darbeye hazırlıklı değildim. Bir an sendelediğimi hissettim. Gece boyunca bir şey yemedim ve içmedim. Babam ise arada birşeyler istiyor ve ellerimizle yediriyoruz.
 
Gecenin sonlarına doğru notlarımı aldım ve az da olsa dinlenme gereği duyuyorum. Senin mışıl mışıl uyuduğunu düşünüyorum. Uyumuyor veya uyuyamıyorsan inşallah bunları ileride konuşma zamanımız ve irtibatımız olur.
 
Unutmadan pederimi tanıyacak olsaydın her şeyi çok bilen hoş sohbet ve çok ilgili, çok merhametli bir adam olduğunu görecektin. Eğer bir gün bir adam kendisinden daha çok başkalarının iyiliğini düşünür mü sorosuyla muhatap olursan eminim tanısan Sadri amca derdin. 04.07.10
 
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 120
Kesilen Bacak

Dualar ve Çareler

Dualar ve Çareler

Gözleri görmüyordu. Böbrekleri iflas etmiş ve makina desteğiyle devam ediyordu. Bu günde illetli hale gelen bir bacağı kesilecek. O kadar kalabalığın içinde yalnız olduğumu hissediyorum ki.

Bu gün akşam olmasın istiyorum. Hekimlerin evvelinden uyardıkları ve yaşayanların tecrübelerinden hareketle bizi bekleyen şeyi tüm çıplaklığıyla görebiliyorum.
Bu durumdan tedirgin değilmiş gibi durmaya ve herkesten daha metin olmaya çalışıyorum. Validem hayat arkadaşının yanından bir an bile ayrılmıyor. Ben de geçen onbir günlük süre zarfında iki gece hariç tüm gece ve gündüzlerde yanlarında bulundum.
Lebibe.. Kimselere söyleyeniyorum ama bu gün babamın bacağını diz üsütünden kesecekler. Farklı durumların gelişmesinden endişe ediyorum.

Duaların karşılık bulmayacağı, bulmamasının daha hayırlı durumların olacağı zamanlar vardır. İyileşme için dualar ediyor olsak da biliyoruz ki o bacak kesildikten sonra dualarla yeni bir bacağı olamayacak. Bizleri böylesine endişelendiren bu durumun yaşayanı olarak pederimin nasıl karşılayacağını merak ediyorum.

Kendisine moralman ve inaç boyutunda destekte bulunmaya gayret ediyorum. Onunla her zaman konuşan bir evladı olarak her zamankinden daha fazla konuşuyorum.

Öğlenden sonra yapılacak olan bu cerrahi müdahalenin saati gelsin istemiyorum. Kadere de boyun eğmekten başka çaremiz yok. İbrahim Hakkı'nın dilinden teslimiyetimizi dillendiriyoruz.

Hak şerleri hayreyler
Sanma bunu gayr eyler
Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler

Sana sabah bir mektup daha yazmıştım. Zaman tükenmek bilmiyor ve öğlen saatleri oldu bu ikinci mektubum. Her şey umduğumuz gibi giderse akşam sana bir mektup daha yazabilirim. 03.07.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar 119
Dualar ve Çareler