26 Kasım 2010

Ayrılık…


Merhaba Lebibe

Bugün 25 Kasım...

Ne zaman yağmur yağsa ben hep böyle oluyorum.

Yağmur damlalarını düşünüyorum. Onların kainatta asla yok olmadıklarını. Hep var olduklarını. Sevgiliyi yukarıdan görmek için gökyüzüne çıktıklarını. Sevgiliye serinlik vermek için canları pahasına kendilerini boşluğa bırakmalarını... Sevgiliye hayat vermek için düşüp parçalanmasını, toprağa karışmalarını, ayaklar altına alınmalarını. Sevgiliye nüfuz edebilmek için köklerine sızmalarını... Sokakları yıkamalarını, saçlardan aşağı dökülmekten zevk almalarını düşünüyorum. Bir gözden hançerlene hançerlene çıkarılışlarını düşünüyorum. Ne zaman yağmur yağsa ben seni düşünüyorum. Gökyüzünün bu kirli beyaz rengi içimi daha çok kirletiyor sanki. Beni yarın yolcu etmeye gelmene engel sanki.Yine de yağmurun yağdığı anlar senin bende en güçlü olduğun an sanki.

Sen içerinde sözcükler biriktiriyorsun. Korkuyorsun belki de. Belli etmemeye çalışıyorsun. Sakla!.. Onları saklayabildiğin kadar sakla!.. Nasılsa bir gün seni dinlemeyip dudaklarından dudaklarıma sel olup akacakları zaman gelecek.  Bakalım etrafta ne varsa bir bohça gibi toplayıp denize koşan sel haline ne zaman dönüşeceksin. Bakalım bendin yıkıldığında senin bana karışmanı kim engelleyebilecek.

Ne zaman yağmur yağsa ben hep böyle oluyorum.




Ben vuslatı tatmadım ki ayrılığı bileyim.

Yine de içim bir tuhaf oluyor. Arkamdan bir el sallanamayacağını bile bile bir tepeden yolcu ediliyormuşum gibi hissediyorum. Bana bir el beni bir boşluğa bırakıyormuş gibi geliyor. Geride bıraktıklarıma dönememekten değil, onları görememekten korkuyorum. Yerimde sayıp kalsam sanki daha bir emniyette olacakmışım gibi geliyor bana. Sallanma zahmetinde bulunmayan ellerin beni daha çabuk unutacağı düşüncesi aklımı kemiriyor. Bir el ki sevgiliye sallanma zahmetinde bulunmuyorsa, bir el ki gidene sarılamamak, geleni kucaklayamamak gibi bir cezaya çarptırılmışsa, bir el ki elliğini ayan edercesine tepkisiz kalıyorsa daha ne denilebilir ki...

Yine de ben bir serçe kadar yalnız kalacağım. Kolum kanadım kırık olacak uzaktan uzağında. Ben yine de can senli zamanlar için can çekişiyor olacağım. Sana ayrılıktan kuru hikayeler getirmeyeceğim seni hayal etmenin, seni düşlemenin sancılarını anlatmak için döneceğim. Kaç düşüne hamile kaldığımı benden duyacaksın. Sensizlikten kıvranan bedenimin çizdiği resimleri getireceğim. Nabızlarımın nasıl durma noktasına geldiğini. An'ları soluk soluk sancılı tüketişimi getireceğim sana. Sen yüzünde tebessümlerle karşılayacaksın beni.

Ben vuslatı tatmadım ki ayrılığı nerden bileyim.





Ayrılık..

İnsan uzaktaysa neden uzağında uzağına gitmek zorunda kalır ki. Ayrıysa insan etin tırnaktan ayrılığı gibi acı veriyorsa bu ayrılık ona neden ayrılığında ayrılığını yaşamak zorunda kalır ki. Böyle hissediyorum. Seninle 'an'lar bile çok uzunken bu kadar uzun süre ayrılığında ayrılığını yaşayacak olmak içimi acıtıyor.

Sana yazmak günlerce aylarca yazmak istiyorum. Yaşantımız gibi yazılarıma da sınır koymak zorunda kalıyorum. Varlığında dar gelen dünyam yokluğunda kat edilmesi zor bir yol oluyor. Diğer odam bile sanki benden birkaç gün mesafesinde uzakmış gibi bir türlü gidesim gelmiyor. Sana yazmak için kartpostallar aldım. Her gittiğim yerde yaptığım gibi... Farklı olanı yaşatana farklı özel şeyler söyleme gereği hissettiriyorsun. Gül yüzüne tebessümler çizmeye çalışıyorum. Sevdan bana altına imza atmaya çekindiğim şeyler yazdırıyor.


Ayrılık ...


Hayatım bu ilk ayrılığımız inşallah da son olur
Oniki gün
İkiyüzseksensekiz saat
Onyedibinikiyüzseksen dakika
Birmilyonotuzaltıbinsekizyüz saniye
....

Senden birmilyonotuzaltıbinsekizyüz ayrı soluk alacağım

Sanıyordum ki ayrılığı parçalarsam ufak ufak parçalara ayırırsam azalır. Öyle değilmiş. Eğer bu yolculuktan dönebilirsem sana an değil, gün değil, ay değil sana bir çağ getireceğim. 25 Kasım 2010


Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe'ye Mektuplar 177
Ben vuslatı tatmadım ki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder