28 Şubat 2011

Suya kanmamış



Suya kanmamış

Suya kanmamışın
Ellerinden ikram edilen su
Gözü bardakta kalan saki
Gün gelir pişman olur vakta ki
Suya kanmamışın...


Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-162

Ah Sevgili!...



Ah Sevgili!...
Kambur zamanlarda, sevince insan
Diliyle küser, yüreğiyle delice sever
Yeni basılmış tetik gibi gevşer bedeni
Kendini terketmiş yanları çıkar ortaya
Ah Sevgili!...

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-169

Sayfalanamamak



Sayfalanamamak

Gözyaşlarım boğarken beni
Ellerin hangi koyna, nasıl sığar
Sayfalanmamış yapraklar gibi
Sıralanamayan yanın varken
Gözyaşlarım boğarken beni

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-168

Dilsiz şadırvanlar



Dilsiz şadırvanlar

Şadırvanların dili tutulmuş
Kornalar içmeyi unutmuşlar
Musallada unutulmuş naaş
Dudakta masallar kamaşmış
Şadırvanların dili tutulmuş



Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-167

Ferah Çetin in Namludan Fırlayan Kurşun Sesleri isimli şiiri üzerine





Ferah Çetin in Namludan Fırlayan Kurşun Sesleri isimli şiiri üzerine


Her şair şiirlerinde yolculuklar yapar. Zaman zaman kendisini çocukluğundan alarak yaşadığı zamana taşır. Bazen de yaşadığı zaman dilimini umursamadan
Başka bir boyutta seyahate çıkar. Yaşadıklarını hayalleriyle sıvar ki acıları okunmasın. Aşılmaz dağları aşar, çöllerde susur bırakır kendini. Aslında şiir şairin kendini çarmıha germesidir. Böyle bir düzlemde vücut bulur şiirlerimiz.

Biz eleştirmenlerin dikkat etmesi gereken birkaç önemli husus vardır. Bunların başında şairi az veya çok tanımak gelir. Bir şiiri eleştiren veya tahlil eden kişi şairin hayata bakışını, dünya görüşünü, hayatı okuyuşunu bilmiyorsa şiirinde anlatmak istediği şeyi tam anlayamayacaktır.

Ferah Çetin i Türkiye Şairler Birliği Kayseri Toplantısında tanıdım. Öyle düşünüyorum ki yaşamak için şart olan yemek, içmek gibi zorunlulukları olmasa ömrünün tamamını sanatla geçirecek kadar sanat ve müzik aşığı. Zaman zaman dinlediğimizi okunduklarında dudak ve mırıltı kattığımız bazı müzik eserlerinin güfte ve bestesinin kendisine ait olduğunu öğrendiğimde ziyadesiyle mutlu olmuştum. İşte böylesine donanımlı bir şairin şiirini tahlil etmeme sebep olan çok sevdiğim yine şiir ve güzellikler aşığı başka bir arkadaşımın bu şiiri okuyup heyecanla beni arayarak bana telefonda okumasıdır. Önce bu şiiri kaleme alan Ferah Çetin e sonra beni bu şiirin varlığından haberdar eden arkadaşıma müteşekkirim.

Namludan Fırlayan Kurşun Sesleri


Ve gidişat gün gibi benliğimde
Hala pudra kokusu ellerimde
Bir güvercin ki beyaz, penceremde
Avuçlarımda sen kokulu toprak
Ana rahminden gece düşüyorum
Gün doğuyor üstüme, üşüyorum
Kımıldamıyor tek yaprak nerdeler ?
Namludan zıplayan kurşun sesleri
Do/ re/ mi/ fa/ sol/ la/ si/ ler derbeder.

Müziğin perde arkasını veya tabanını bilmeyenler için bu Do/ re/ mi/ fa/ sol/ la/ si/ gibi ifadeler manasız geliyor olabilir ama dinlediğimiz her seste bunların var olduğunu bilmemiz gerekir. Sadece müzikte değil çobanın ıslığında da bu vardır çocuğun avazında da. Bir doğum evresinin anlatıldığı ilk dizede dikkatimizi çeken birkaç ifade var. Bunlar pudra kokusu, beyaz güvercin gibi ifadelerde yerini bulan sevinç. Bu ifadeler daha çok berraklığı yaşamla barışıklığı anımsatıyor. Hatta ana rahminden gece düşüyorum mısrasında saklı kalan gece doğum ve çığlıkların varlığını unutturan bir beyazlık. Bu da doğumun kendisi. Sonrasında gelen sessizlik. Şairi burada tepkisizliği bir şaşkınlık olarak mı anlatmak istiyor yoksa bir suskunluk mu bilemiyorum ama kurşun seslerini notalarla ifade etmek kadar kurşunların notaları derbeder edişini ifade etmek orijinal bir anlatım olmuş


Rüzgar eser, rüzgar savurur diner.
Soğuk yakar ten acıtır, kavurur
Ve kaplumbağalar düş olur siner.
Oy vuslatı firari bağlarım,oy
Ey hasrete sanık dağlarım ağla
İhanete tanık ormanlarım oy
Uyku tünelinde kaybolanım ağla
Acılar ki kirpiğimde dans eder.
Namludan zıplayan kurşun sesleri
Do/ re/ mi/ fa/ sol/ la/ si/ ler derbeder.

Şiirin ikinci bölümü çekmeye hevesli olduğumuz ama varlığından sitemkar olduğumuz ifadelerle bezeli. Şiirin sadece bu ikinci bölümü için onlarca sayfa yazılabilir. Rüzgarı anlatırken önce fırtına, esinti sonra dinginlik. Sonra zıddıyla anlatım soğuk yakar, ten acıtır, kavurur şekliyle kendini bulan zirve ifadeler. Şiiri okuyan insanda duygusal bir kabarmaya yol açan ani ters duygu akıntıları. Şiirin ilk bölümüyle peş peşe eklediğimizde farklı anlamlar çıkıyorsa da bağımsız olarak baktığımızda vuslatı firari bağlarım, hasrete sanık dağlarım, İhanete tanık ormanlarım ifadeleri şairin ne denli derin duygular yaşadığını ve bunları ifade etmekteki ustalığını görüyoruz. Uyku tünelinde kaybolana sesleniş kirpiğimde dans eden acıları gör ve ağla diye

Çift kanatlı, pudra kokan melekler
Bir çift turna kanadındadır barış
Oy yokuşa baş koymaktır bu yarış
Kıyıları öpen oynak yakamozlar
Bahar mı geldi? nerde kelebekler?
Karanlık günlere tutsak heceler
Ey baharları kışa gebe geceler.
Namludan zıplayan kurşun sesleri
Do/ re/ mi/ fa/ sol/ la/ si/ ler derbeder.

Şiirin üçüncü bölümünde birinci bölüme dönüş ve onun tamamlayan ifadelere rastlıyoruz. Pudra kokan melekler ve birinci bölümde ifadesini bulan penceredeki beyaz güvercinin misyonunu yüklenmiş turnalara rastlıyoruz. Yine ana rahminden gece düşüyorum ifadesini paralel olarak burada yakamozları görüyoruz. Yine sorgu cümleleri birinci bölümde yer alan kımıldamıyor tek yaprak nerdeler ifadesine paralel olarak Bahar mı geldi? Nerde kelebekler. Açıkça beyan etmeliyim ki bu şiir öyle oturulup bir solukta veya bir günde yazılacak şiir değil. Ya da böyle bir şiiri bir anda kaleme alacak şairin hayatının her alanı acı yaşamak kadar her soluğu sorguyla geçmiş olmalıdır. Yine edebi anlatımlarda sıkça rastladığımız baharı kışa gebe veya gündüzü geceye gebe gibi ifadelerle zıt bir anlatım ve çağrışım uyandıran cümleler.

Niye gittin de dönersin ey yolcu
Şu gri bulutun işi ne başta
Ey gökleri kara bulutlarla donduran
Ya şu yerde yatan bebe potini
Yürekleri matemle dolduran
O ki toprak kokulu şehittiler.

Şiirin dördüncü bölümü sonucu iyi bağlayan çelikten ifadelerden oluşuyor. Madem bir dönüş vardı gidişin nedendi diye başlayan derin ve bir o kadarda seçkin ifadeyi anlamak için okuyucunun başını ellerinin arasına alıp düşünmesi gerekir. Hepimizin hayatında var olan ve bir gün gitmemiz gerek bu dünyaya gelişimizi sorgulayabileceğimiz bir ifade. İnsanı insan yapan niteliklerden uzaklaşıp bazen canavarlaştıran hallerimiz. Gökyüzümüzü de zindan eden yine insanlığımız. Bebek potini ifadesini açacak olursak aklıma ilk gelen şey katlettiğimiz bebeğimizin babası da şehitti belki de. Dahası insanoğlunun mayasında varolan pişmemişlik ve hamlık. İşin acı tarafı yine insanlığın iki yüzlülüklerinden birisi olan bir cepheden gazi olarak dönenler var olduğu ve madalyalarla ödüllendirildiği müddetçe diğer cephede şehitler, yetimler ve acılar hep olacaktır.

Oy vuslatı firari bağlarım,oy
Ey hasrete sanık dağlarım ağla
İhanete tanık ormanlarım oy
Uyku tünelinde kaybolanım ağla
Acılar ki kirpiğimde dans eder.
Namludan zıplayan kurşun sesleri
Do/ re/ mi/ fa/ sol/ la/ si/ ler derbeder

Şiirin son bölümünün büyük bir çoğunluğu nakarattan oluşuyor ama son iki dizesi var ki şiirin tamamını içine sığdırmış Ferah Çetin.

Ki A/b/c/ yi öğreten dil ne der?
Ya öğrenen diller şimdi nerdeler?

Sevgili Ferah Çetin bu kadar güzel bir şiiri kaleme almamış olsaydı ben böyle bir şiiri tahlil etme ve irdeleme hazzını yaşayamayacaktım. Sağlam bir kalem ve iradeli bir şairden böyle bir şiiri okumakta güzel tahlil etmekte


Saygılar sunuyorum


Bekir Kale Ahıskalı
Mart 2009
Şiir Tahlilleri-43

Leyla Işık ın “Beni Yakan Dudaklarında” isimli şiiri üzerine





Leyla Işık ın “Beni Yakan Dudaklarında” isimli şiiri üzerine


”ŞİİR’in genç bir öğretmenin bedenindeki yıllarca süren doyumsuz seyahatidir Leyla IŞIK.”

Leyla Işık hanımefendinin şiirlerini başlık olarak alt alta yazsanız ve bu şiir başlıklarının adlarından yola çıksanız şiirin genç bir kızın hayalleri, hayat heybesinden kendi heybesine aktaramadıkları ve hala aktarmayı bekledikleriyle karşılaşacaksınızdır. (Bekir AHISKALI -)

”İnsan görmeden nasıl sever seninle?
Utanarak sıkılarak seni seviyorum diyen seninle”

Maziden getirdiği yarım kalmışlıkları gün ile karan ve yeni bir yaşam arzulayan zamanında haykıramadığını sonradan haykırmaya çalışan bir nâlân Leyla Işık..

Her aşığın her an kafasında canlandırdığı o manzarayı cüretkar bir dil ile kaleme alışı ilk aklımızda kalan yönü.

Zalimin sebep olduğu göz yaşlarını silmede yine ondan merhamet bekleyecek kadarda iyimser.

Aşkını sorgularken ise kendince kurduğu gönül mahkemesinin kararını türkü söyleyerek uygulamaya çalışan bir cellat bence.

Şiirde ki öteki olabilmeyi başarmış tanıdığım birkaç kalemden biri.
Bunda en önemli etken kutsal mesleğinden gelen ve kendisini öğrencilerinin yerine
Koyabilme becerisinden geldiği kanaatindeyim.

Bir ela gözün peşine takılıp gidecek kadar uçarı ve romantik yaklaşımı onun şiirinde ki tadı serlevha ediyor.

Karamsarlıkla işlediği ama hep bir umut ışığı gördüğü “Yeniden yeni yaşama doğru” isimli şiir tadındaki sorgulamasından görüyoruz.

”Düşten düşe” yi yazarken ise sanki aynı yastığın diğer yanını kullanan ama bir türlü yanında hissedemediği sevgiliye seslenişi var. ”Sana uzaklardan çok uzaklardan yazıyorum” dediği sevgilinin adeta uzansa dokunacağı kadar yakın teması var yazıda.

Bir çok şair de olduğu gibi elindeki malzemeler olan gökyüzü, yıldız, gece gibi objeleri şiirinde işlemekle birlikte tamamen farklı bir ifade biçimi var. Okuyucuyu içine çeken bu yazılar aynı zamanda okuyucunun hayatında ki hisleri ona yansıtmakla hem şairi kendinden biri, hem şiiri kendinden bir anekdot olarak yansıttığından geleceğe aktarılabilecek gibi?

Bir ürkeklik var şiir ve sevgili dışındaki her şeye karşı. İlk etapta şehevi arzular kaleme alınmış gibi gözükse de her insanda var olanlardan öte bir şeyler değil aslında.

”Bilmem anlatabiliyor muyum? Anlayabiliyor musun beni...Tanımadığım şehirde... bilmediğim adreste, yalnızca içtenliğine inandığım sana sığınıyorum bir süre ve dönüyorum yeniden yağmur sonrası gerçeklerime... “ Bu ifadeler bir yaşanmamışlık ama her şeye rağmen teslimiyeti gerektiren aşktan başka şey değiller.

”Ben şimdi oradayım, ya sen neredesin? ” isimli şiirini ilk seslendirdiğimde bana bu şiirin yazarının on sekiz yaşında genç bir kız tarafından kaleme alındığı izlenimi vermişti.

Deniz, martı, özgürlük, kumsal, çekip giden gün, zakkumlar la örülmüş bu şiirde hem, ”ben geldim yüreğimde hala buna yetiyor, ya sen neredesin? Hani nerede o yüreğin? ” der şair, hem de “hala dudağımda dudağını tadı var” diyen şaire nazire yaparcasına sevgilisine seslenir ki bu tadılmışlık alıp sürüklemiştir onu buralara.

Şiirlerini serbest vezinde nesirim si bir tat ile kaleme alan şair aynı başarıyı kafiyede ve hece ölçüsünde gösterememektedir.

Ben bu kalemin yirmisinde de yetmişinde de on sekiz yaşındaki genç bir kızın duygularıyla kaleme alabileceğine inanıyorum.

Bu bağlamda şairi çok açık ifade kullanıyor şeklinde itham etmek veya değerlendirmek yanlış olacağı kanaatindeyim. Şiirlerinde bir öğretmen havası hakim ve karşısındakini çok zeki bir öğrenci olarak algılamış olmalı ki her şiirinde her yazsında okundukça okunası bir lezzet vermektedir.

Bütün bu ümit var olma ve yaşanmamışlıklar la beraber hayatla ve kendisiyle yüzleşmekten de geri durmaz şair bunu şu şekilde ifade eder,

”Düşünüp yaşadıklarımı.... SEVİP sevilmediğim,SEVİLİP sevmediğim, deli dolu günleri arıyorum...”

Popüler kültürün beslediği popüler şiirleriyle bir tercih sebebi olmakta şair.
Serbest şiirde olsun, gerekse serbestten zaman, zaman nesir ve satır aralarında
kafiyeye dönük şiirlerinde şairin zirvelerdeki seyahatine şahit oluyoruz.
Şiirlerinde kullandığı en belirgin objeler zaman, zemin ve içinde bulunmaktan zevk aldığı hazları, acıları, yaşanmamışlıkları ve yaşamaya dair beslediği yaşam ümitleriyle adeta okuyucuyu yaşanabilecek güzelliklere davet edebilmektedir ki bunu işleyişteki başarısı göz ardı edilmemelidir.


Adını koyamadığı ama okuyucuyla paylaşmaktan da geri durmadığı sevdalarıyla,
Ben yaşadım doğrusu yaşanası halleri var aşkların diyen sözcükleriyle adeta okuyucuya neticesi ne olursa olsun yaşanmamış bir aşkınız bile varsa ömrünüzde hayatınıza dair bir eksik yaşamışlık var demektedir. Şiirde verilen veya verilmek istenen mesajdan şunu çıkarabiliriz. Şair sadece yaşanmışlıkları kaleme almamalıdır. Yeri geldiğinde yetmişli yaşlardan geri sayarcasına işlemeli hayatı ve okuyucuyu doğru sonuca çıkarma adına kendisini bu yaşlara yerleştirebilmelidir. Aynı zamanda Zaman içerisinde tükettiği ve kendine hammadde olarak elinde tuttuğu acılarıyla, tebessümleriyle genç okuyucu kitleye de ulaşabilmelidir ki Leyla Işık şiirinde bunu görmekteyiz.


Leyla Işık şiirini okurken hala lise yıllarında ki sevgilinizin saçlarının esen rüzgarla
birlikte yüzünüzü okşadığını hissediyorsunuz. Uzansanız yakalayacaksınızdır sanki ürkmek için sebep arayan o ceylanı.


Şiirlerinde zaman, zaman sizi çocukluğunuzdan gençliğinize erdirme gayretinde olurken, zaman zamanda bırakın hayalleri uçup gitsinler uçsunlar ki sizden olmadığını anlayasınız dercesine bir ümitsizlik, bir çaresizlik göreceksinizdir ki bu da elinden tutarak büyüttüğü çocuğa hayatın gerçeklerini acı bir şurup tadında sunmakta. Böylece en küçük okuyucu başının okşandığını hissederken, genç okuyucu yelkenler açmakta aşk denizine, orta yaşlardaki okuyucuya ise aman bir üst kademeye taşınırken yaşanmamış bir şey bırakmayın demekte ayrı bir mahareti var şairin.


Leyla Işık şiiri iki kısımda ele alınmalıdır diye düşünüyorum.


Birincisi;

Yaşadığı zamandan ve bulunduğu yerden on beş yıl önde olmalıydı Leyla Işık.
Daha bir öne atmalıydı kendini ki bu onun başarısının daha erken fark edilmesini sağlayacaktı.


İkincisi;

Leyla Işık şiirini okuyanlar şimdi olduğu gibi yıllar sonra da şiirin genç bir öğretmenin bedenindeki seyahatini görecek, onun doyumsuz, okudukça da haz veren şiirinde kendilerini bulacaklarıdır ki bu konuda ki başarısı O’nu geleceğe taşıyacaktır.

Bekir Kale Ahıskalı
Şiir Tahlilleri-44 (2005)

Yeniden



Yeniden

Yeniden planlıyorum
Hüzünlerimi, acılarımı
Saçlarını tarıyorum
Baharımın, hazanımın
Yeniden anlıyorum

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-166

Seni Anlamak Seher



Seni Anlamak Seher

Seni anlamak Seher
Yaşamı, ölümü anlamaktır
Bir yerinden tutulup
Denizi, toprağı sevmektir
Seni anlamak Seher

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-165

Dalında ölmesin diye meyve



Dalında ölmesin diye meyve

Dalında ölmesin diye bir meyve
Onu taşlamak da günah değil
Öpüşmeyi unutmasınlar dallar
Rüzgarın kollarında sallandırılır
Dalında ölmesin diye bir meyve


Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları - 164

Gece ve İnsan



Gece ve İnsan

Gece ağırlaşır
İsteksizce yağarken yağmur
Bir can teslim olur bir başka cana
İştahı artar yağmurun
İnsan ağırlaşır

Bekir Kala Ahıskalı
Seher Fısıltıları -163

Sırlarım terliyor



Sırlarım terliyor


Sırlarım terliyor
En salaş yalnızlığımda
Kan sızıyor ayaklarımın üzerine
Dalgalar dökülüyor
Sırlarım terliyor

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları-161

27 Şubat 2011

Her söz bir yara



Her söz bir yara

Her sözünden bir yara kalır
Öpülmeden kapanmayacak kadar derin
Yağmurlar sarılır aklaşan saçlarıma
Akışından habersiz sularda boğulurum
Her sözünden bir yara kalır

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 156

Kuşkulu rüzgarlar



Kuşkulu rüzgarlar

Saçlarına dolama kuşkulu rüzgarları
Ufukta bir gemi gibi beklesin beni
Vuslata kilitlesin dümenini
Dudaklarından buruklukları süpürsün
Saçlarına dolama kuşkulu rüzgarları

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 160

Günü ikiye bölen



Günü ikiye bölen

Günü ikiye bölen kılıç
Acılar ve daha acılar diye
Seheri bir ümit besletip bana
Siyah bir merhemle yarayı gizler
Günü ikiye bölen kılıç


Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 159

Özümde sevdiğim



Özümde sevdiğim

Sen özümde sevdiğim
Dizimde büyüttüğüm hasret
Sen gözümden sakındığım
Sözümde belirttiğim sevda
Sev özümde sevdiğim

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 158

Gözler ve Yangınlar



Gözler ve Yangınlar

Yangınlar gözlerinden başlar
Gözyaşlarında biter Sinhare
Aşk rüzgarına boyarım kendimi
Aşkınla aynalara sığmaz suretim
Yangınlar gözlerinden başlar

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 157

İçimde sen



İçimde sen

Yalnızım çünkü içimde sen
Delileri deli evlerine yollamışlar
Suçlular hapishanelerdeler
Ölüm haberini içimdeki kızdan bekleyen ben
Yalnızım çünkü içimde sen

Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 155

Dallar



Dallar

Dallarımı budamasınlar vakti gelmeden
Çok daha önce kırsınlar ki beni
Rüzgarlara yenilip gözyaşı dökmeyeyim
Toprakla olan vaadimi erken bozmayayım
Dallarımı budamasınlar vakti gelmeden


Bekir Kale Ahıskalı
Seher Fısıltıları 154

Yüreği Yellerden Kanayan Şair Elif Bengü şiiri üzerine





Yüreği Yellerden Kanayan Şair Elif Bengü şiiri üzerine

Esen yelden yara alacak kadar narin bir sine.Kırık pencerelerde kirli bir tülle bile rüzgarın oynamasını gözünden kaçırmayacak kadarda rikkat sahibi.

Beslendiği kaynak hayatın kendisi olmasına rağmen kendi yüreğindeki şekile bürünüyor şiir. Burada kadehin yapısına uyan sıvıdan değil. Sıvının şekillendirdiği kadehten bahsediyorum şimdi. İlk bakışta mümkün değil gibi görünen bu duruma okudukça inanmaya başladım. Sezileriyle geleceği yaşanan zamana taşıyan bir şair.

Bir çocuksu yönü var şiirlerinin saf, temiz kirlenmemiş haliyle. San ki o idealist ve sanatkar ruhunu belli etmeden okuyucuya şiir yoluyla aktarma çabasında.

Sıralamasında sanki gözlemlemek, tekrardan kaçınmak, farklı anlamları yakalamakta ustalığını görüyoruz. Yalnızlığını şiirlerine saklamakta ki becerisi takdire şâyândır.

''Akdeniz Çocukları''nı okuduğumuzda şairin beklediği çocuğu yakalıyoruz. Karşılamak istediği çocuğun vasıflarını ele almakla kalmaz aynı zaman da bir kompozisyon halinde hangi enstrümanlarla karşılayacağını da işler ki tam bir kültür armonisidir. Şiirinde ki cami ifadesiyle inanç, güvencin ifadesiyle
saflık ve özgürlük, ıslanışlara umursamaz tavrı ise hayata sen kendi kuralını koy ben kendi halimde yaşayacağım der gibidir.

Dili zorlamadan, yozlaştırmadan, incitmeden kullanışı, işleyişi sözcükleri dahi itina ile seçiyor olması
neyi?
neden ?
nasıl?
yapmak istediğinin ipuçları adeta.

''Salt anlamı buldum.
Madde yok oldu.
Anlamsızlaştım.'' derken herşeyi maddeye bağlamak istemesi ise şairin hayata zaman,zaman madde gözüyle baktığını ortaya çıkarsa da bir çok şiirinde bu bakış açısını değiştirir dizelerini görüyoruz. Şairlerin yazdığı şiirlere yaşam ötesi bir dünyanın ürünü gibi bakılsa da gerçekte her şiir de, şairin hayatına dair izler saklanmaktadır. Bir bütün olarak algılanır ve okunursa şu görülecektir, Şair kendisini farklı kazmalarla, farklı zeminlere, farklı zamanlarda gömüvermiştir.

Elif Bengü şiirinde en çok takıldığım ise budur. Bir şair başkasını gömüyormuşçasına belli etmeden kendini şiir denilen hasbahçeye gömmeyi nasıl başarmıştır.

''Babamın Elleri'' adlı şiirinde

Nasıl da mahzun durur bahçede
Masa, sandalyeler ve yerde yaprak,
Sonbaharın ilk yağmuruyla
Henüz ıslanmıştır toprak.
Özler mi için için
Bir akşam üstü
Gizlice gezmelerimi üstünde
Yalın ayak?

hep şunu aramışımdır. Şair babasının yıllara tanıklık eden ellerinde geçmişe ayna tutmak istemiştir diye. Ancak şiirin sonunda sanırım okuyucuda aynı kanıya varacaktır ki aslında şair babasına kendisini çocukluk zamanlarında olduğu gibi sevdirmek istemektedir.


Hüzünlenir bir kenarda söğüt
Sanki bir türküde ağlar
Salkım saçak.
Kim bilir kaç yıl önce
Evladını okşarcasına
Fidanını diken babamın
Sımsıcak ellerini
Gövdesinde hatırlayarak.

Leyla Işık şiirinde olduğu gibi Elif Bengü şiirinde de aynı şeyi söylemek mümkündür, Şair olması gereken noktadan on yıl kadar geride seyahat etmektedir. Şiirlerin de belki bilerek belki de bilmeyerek içinde ki çocuğun haykıraşları olarak önce bildik ne toplumumuzda fıkra, hikaye, komedi tarzı anlatılan ve dilimize yer etmiş deyimlerin ardından çok farklı, çarpıcı ifadeler kullanmak Şairin en belirgin özelliği olsa gerek.


''Aynı Oyun'' isimli şiirinde bildiğimiz ve Nasreddin Hocamızdan bize kalan ay kuyuya düştü mizahından sonra gelen ifade sanırım hiç bir okuyucunun beklemediği bir ifadedir ki

''Ay düşüyor kuyuya
Sularda yankılanıyor beyaz... ''

şeklinde işlenmiş ve şiir iyi bir başlangıç vermiştir. Aynı şiirin bir de netice kısmı var ki hayallere zarar

''Aynı oyunu oynamaktan bıkmayan yalnızlığım
Ay ışığına
Eğlence



Şair ''Çiçekler Sessiz Büyür'' şiirinde san ki hayatımızdan gidenleri farkediyoruz ama yanıbaşımızda gelişen, serpilen güzelliklerden haberdar değiliz dercesine
''Kuşlar kaçar başka kentlere
Çiçekler sessiz büyür.''
ifadesini kullanır.
Zaman zaman yaşadığı çevreyi bire bir ele alsa da genelde özel isimlere yer vermekten kaçınır. Şiirinin bir genel algılama olmasından yana kullanır kalemini ki şiirlerini okuduğumuzda kendimizden bir parça bulmakla birlikte bu şiir bana diyemeyecek kadar da genellemeler buluruz o şiirin içerisinde.
Bir hayvanın bir yöntemini alarak sevgiliye adapte etmesi ise apayrı bir beceri. Öylesine işlemiştir ki sevgili şiirin nihayetinde bir kedi ile özdeşleştirir.

''Sen bildiğin birkaç sözcüğün işlek caddesinde
..../....

Bir kedi maharetiyle geçer günler hiçbir iz bırakmadan
Sen günlere benzersin. ''
Şüphesiz Şair'i bir kaç şiiriyle gözler önüne seremeyiz.Ama şiirinde ki çıkışlarını ve yıkılışlarını yakalayarak hayatında ki uçları tespit ederek bir çerçeveye oturtma gayretindeyiz. Hep mutluluğa yazamaz bir Şair. Onunda hayatında duygusal manada deniz seviyesinden daha aşağı olduğu durumlar olacaktır. Elif Bengü'de bunu araştırırken en ümitsiz hallerden mutlu olma gayretinde olan bir şairin sözcüklerle oynayışına rastladım. On' a yakın şiirinde bu olmakla birlikte ben ''Kral'' şiirini serlevha etmek istiyorum.

''Ah,
Yıkıldı tahtlarım,
Kalelerim...
Bir çölde yine
Kendime kral oldum! ''

Şairlerin bir şeyleri yazarak daha anlaşılmaz hale getirmelerini tasvip etmemekle birlikle '' Mümkün Değil'' şiirinden zevk aldığımı söylemeliyim. Evet şiirde bu bir ifade şeklidir ve şair bunu kullanmıştır ama her okuyucu için anlaşılır bir kavram olmaktan öte bir mantık sorusunu andırmaktadır.

''Ya uydurdum diyorum
Yalan söyledim kendime
Ya da başkasınındı bu cisim
Karıştı bir yerlerde.
Mümkün değil ki böyle
İçim dışıma tersken
Ya da
Dışımdaki içime!''

Bütün bu incelemeler neticesinde şu kanaate varıyoruz ki Şair bulunduğu sıcak ortamı terk etmeli ve okuyucuyla buluşmak için ilk kitabını yayınlamalıdır. Muhtemelen önümüzdeki bir kaç yıl içinde bunu yapacağını düşünerek, yapmaması halinde tarihin tozlu yapraklarının arasında bir başka Bekir Kale Ahıskalı tarafından keşfedilmeyi beklemek zorunda kalacaktır.''



Bekir Kale Ahıskalı
Şiir Tahlilleri-37 2005

Hafize Kılıç’ın “Ona Dokunma “ isimli şiiri üzerine





Hafize Kılıç’ın “Ona Dokunma “ isimli şiiri üzerine

Victor Phauchet der ki 

“En küçük işleri ehemmiyetsiz görmeyen akıllı, dikkatli ve gayretli insanları en büyük işleri de başarı ile sürdürürler” 

Şiiri her işimiz gibi algılar aynı ehemmiyeti verir, aynı hassasiyeti gösterirsek yapmaya çalıştığımız bu binanın gelecek nesillere taşınmasını sağlamış oluruz. 

Her aşk, her hissediş, her seziş içinde ayrı bir dünya taşır ve her zerresiyle başkalarına ait parçaların sembolü olabilir. Okuyucu bir şiirde kendini böyle bulur. 

Ve şiir söylenmeyeni söyleme, söyleneni bir başka biçimde söylemenin adıdır. 




Şarkımızdı seni bana anlatan 
İçinde adin vardı. 
Hayallerin vardı. 
Nağmeler beni sana anlatırdı. 
Seni de bana. 
Şarkımız bir ezgiydi içimi ezen. 
Yokluğunu bana sezdirmeyen 
Ona dokunma orada kalsın. 
Hasret denilen yarada kalsın. 


Hafize Kılıç’ın bu serbest şiirinde kafiyenin ayak izlerine rastlardım. Yalın bir ifadeyle birlikte 2 ve 3 üncü dize sonları “vardı” diye, 6 ve 7 nci dize sonları “…en”, 8 ve 9 uncu dize sonları da” kalsın” şeklinde. Birinci kısımda yer alan vardı ve kalsın sözcükleri tek kullanılabilirdi. 

Ay küsmüş, 
güneş tutulmuştu gittiğin gün 
İçimdeki acı yağmuru gibi yağmur vardı 
Unutur muyum hiç. 
Yüreğimin sayfalarına yazdıklarını... 
Senden bana hatıra 
Ona dokunma orada kalsın 


İkinci bölümde anlatılmak istenen yeterince sözcükle anlatılmış. Şairin verdiği mesaj gayet net. “Nasılda yağmur vardı, durmak bilmedi” kısmında yer alan ilk bölüm ve ikinci bölüm arasında uyumsuzluk söz konusu. Nasılda ve dinmek bilmedi kısmı çıkarılarak daha yalın bir anlarım seçilebilirdi. 
“İçimdeki acı yağmuru gibi yağmur vardı” Yukarıya olabileceğini düşündüğüm şekliye yazmış olsam da şiiri istediği gibi yazma tasarrufu şaire aittir. 


Her yeni güne sensiz uyandım. 
Unutmak mümkün mü onca sözleri. 
Yokluğunda tadı kalmamış dünyanın. 
Yaşarken ölmekmiş, şimdi anladım. 
Nasıl harap ettik bu güzellikleri. 
Pişman olmuşundur sende umarım 
Senden kalan benim acım 
Orada kalsın. 
Belki bir gün.....bir gün... 
Sende anlarsın 
Ona dokunma 
Orada kalsın. 


Hafize Kılıç’ı kendisi yapan içten ve yalınlığıdır. Gurbetin acımtırak soluklarını kendine has üslubuyla anlatmasıdır. Son bölümde anlatılanlar değiştirilmeden aynı satırların yerleri değiştirilerek daha net bir anlatım seçilebilirdi. Seçkiler yerinde olmakla birlikte aynı seçkilerden farklı bir tını yakalanabilir. 
Bir şarkıda, bir mendilde, bir rüzgarda canlanan geçmiş ve buna bağlı olarak hatıraların hatırına dile getirilen istekler. Her anı yaşananların nezdinde kutsallık taşır. Ben biliyorum ki Hafize Kılıç şiirin ve düşüncenin mücadele eden gayretli işçisidir. 


Bekir Kale Ahıskalı 
Şiir Tahlilleri-13 

Türkan Dinçer’in “Hangi Yasa Engel olabilir ki!” isimli şiiri üzerine





Türkan Dinçer’in “Hangi Yasa Engel olabilir ki!” isimli şiiri üzerine

Sadi Şirazi der ki “İçsiz cevizi hafifliği ele verir” Şirazi’nin Gülistan, Bostan eserlerini okuyanlar hatırlayacaklardır. Hayata dair özellikle insanoğlunu iç buudunu ele alan yanlarıyla bilgi bankası gibidir. Çok seyahat edişiyle birlikte farklı kültürlere, ananelere ve hatta dinlere ait bilgi ve birikimiyle insanı hayrete düşüren yanları vardır. Farisi beyitlerin en üst kademeye çıktığı iki yazar, düşünür ve bilge vardır. Bunlardan birisi Sadi Şirazi dir diğeri Mevlana Celaladdin-i Rumi dir. 

Giriş olarak kullandığım bu söz sadece cevizler için mi geçerlidir. Tabi ki hayır. İçsiz şiir, içsiz tebessüm, içsiz insan, içsiz sevda… bunların hepsi hafifliği nispetinde kıymetsizdirler. Manadan yoksun, şemadan tam olan binlerce şiir sayabilirim ki bunların nazarımda hiçbir kıymetleri yoktur. 


Sevgili Türkan Dinçer’i evim dediğim Türkiye Şairler Birliği’nde tanıdım. Önce şiirini sevdim sonra meseleler karşısında edasını bozmadan duruşunu. Bunun için benim gözümde kendine has bir kıymeti harbiyesi vardır. 


Şiirine gelecek olursam. Ben şiirde önyargılı bir insan olmamaya çalışıyorum. Bunu zaman zaman başaramadığımı hissediyorum. Şairin duruşu meselelere bakışı yorumlarıma yansıyor olabilir. Bu durumun belirginleştiği şiir eleştirileri varsa eğer bu kusur bana aittir. 

Hangi Yasa Engel olabilir ki! 

Bu soruyu kendisine sorduğunu düşünüyorum bir çok şairin yaptığı gibi… Biz şairlerin feryatları, isyanları, kural veya kuralsızlıkları kendimizedir. Toplumun içimize derk ettiği kural ve gelenekselleşmiş hatalarımıza, yargılarımızadır. Aşkın, sevdanın, duyumsamanın ve ayrılığın bizde orta perdeden bir seslenişi yoktur. Biz şairler çığlıksız yaşayamayız. Türkan Dinçer de bunu yapıyor. çığlığıyla yaşamaya çalışıyor. 


Ne yasalar durdurabilir, 
İçimdeki sevdayı, 
ne kurallar, 
Ben koyarım yasaları, 
Ben koyarım kuralları, 
Nasıl olacak deyip, 
Engeller koymam sevdama, 

Şiirin girişinde yer alan bu sertlik yüreğinin kullanma talimatı gibi. Yangından ilk kurtarılacak ibaresi yok ama sevdada tek durdurulamayacak yanını afişe etmiş. Kurallara karşı kuralsız olmak asilik değil kendi kurallarını ortaya koymak şeklidir. …ve şair memleketimin güzel başlayan sevdalarının dramatik bitiş şekillerinden ikisinden söz ediyor. Bunlar sevdanın yaşanmasının en büyük engeli “nasıl olacak” sorularıyla kendini boğan bir yürek ve diğeri “istediğini söyleyen eylemiyle desteklemeyen” ve bunun adına da engeller diyen başka bir yürek. Bu elindeki balonunun patlama ihtimali korkusuyla elinden bırakmayan, bu endişeyle balonlu bir çocuğun balonla oynamaya hasret düşleri gibi bir şey… 

Ne akrebe inanırım, 
Ne yelkovana, 
Yalnızca yaşarım, 
Sevdanın alıp götürdüğü, 
Sonsuzluk ülkesinde, 

Bana göre şair burada tarihte hep erkeklere yüklenen misyonu yüklenmiş durumda. Sade bir Kays düşmez çöllere dercesine… 

Zaman kavramını yitirir sevda 
Beş dakika, 
Bir saat, 
Bir yıl demem, 
Saymam günleri, 
Bilmem haftaları, 
Beklemem yılları, 

Setler koymam 
İçimden akıp giden pınara, 
Azat eder; bırakın aksın, derim, 
Korkmam veririm dudaklara, 
İçerim kana, kana 

Çağlasın sevdalar, 
Derya deniz olsun, 
Kaplasın tüm evreni, 
Binlerce martı olup 
Dalsın tuzlu sulara 
Dalga dalga ulaşsın okyanuslara, 

Damla, damla aksın 
Sevdalı yüreklere 
Söndürsün; 
Alev alev yanan sevda ateşini, 
Katsın kasırgaları önüne 
Ulaşsın, ulaştırsın, 
Sevdaların özgürce yaşandığı, 
Sonsuz ummana, 

Dinçer’in samimi bir anlatımı var. Böyle olunca da her okuyan gibi kendimden bir şeyler buluyorum. Her hayalci gibi hayallerimin ayak izlerine rastlıyorum. 

Şiirde dikkatimi çeken iki yan var birincisi şu (şair bunu bilinçli mi yaptı yoksa yüreğinden kabaran sözcükler bir düzen mi oluşturdu emin değilim) 

Duygu yoğunluğu ifade edilirken artan ve azalan haline dönüşen sözcükler var. Tıpkı derin nefes alırken ufaktan başlayan soluğun an be an kocamanlaşması ve verirken kocaman başlayan soluk vermenin yavaştan küçülmesi gibi 

Pınar 
Çağlamak 
Derya deniz 

Bu kısım -artan -bir soluğun ciğerlere doğru giderken büyüme şeklini andırıyor. 

Dalga dalga 
Damla damla 
Alev alev 

Bu kısım ise –azalan- haliyle soluğun verilme şeklini andırıyor ki suyu alevle anlatmak her şairin başarabileceği bir şey değildir. 

Aşağıda yer alan kısım ise kafamın takıldığı daha sistematikleştirilebilirdi dediğim kısım. 

Zaman kavramını yitirir sevda 
Bir dakika, 
Bir saat, 
Bir yıl demem, 
Saymam günleri, 
Bilmem haftaları, 
Beklemem yılları, 


Acaba diyorum 

Beş dakika 
Bir saat 
Bir gün demem 
Saymam haftaları 
Bilmem ayları 
Beklemem yılları 


Şeklinde olsaydı dakika-saat-gün haliyle kabaran bir dalganın devamı olarak hafta-ay-yıl olarak daha bir etkili anlatım seçilebilir miydi? 


Bu bir eleştirmen olarak benim bakış açımdır. Ben Türkan Dinçer’i sadece şiirlerinden bilirim. Onlarda O'nu tanımam adına yeterince ipuçları saklıyorlar. 

Sonuç olarak diyorum ki Türkan Dinçer’i şiirlerinin doluluğu ele veriyor. 

Bekir Kale Ahıskalı 
Şiir Tahlilleri-12
 

25 Şubat 2011

İbrahim Eroğlu’nun “Kaç Onur Yılı” isimli şiiri üzerine





İbrahim Eroğlu’nun “Kaç Onur Yılı” isimli şiiri üzerine

Önce düşlediğimiz, sonra düşlüğünü unutup özlemeye başladığımız hayallerimiz…. 

Baudelaire Théophile Gautier’inde der ki “ Şiirin ilkesi insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk aklın yoğurduğu hakikatin dışındadır.” 

Ben bunun böyle olduğuna inanmıyorum. Baudelaire nin bu düşüncesine katılamayacağım. İnsan hayal ettiği her şeyi yapmaya, hayal ettiği her duyguyu yaşamaya muktedirdir. Şartlar ve zaman bunun gerçekleşmesine engel olabilir. Ben diyorum ki “şiir kendi sınırsızlığıyla aklın sınırları dışındaymış gibi gözükse de bu şiirin değil aklın sınırsızlığıdır. Terbiye edilmemiş bir aklın (ki bu deli dediğimiz kavrama girer) sınırsızlığı bile bir şiirin sınırlarının çok daha ilerisindedir” 

Bir çok şair aklın sınırlarını daraltarak hayali bunun dışında tutarken hayalinde aklın bir ürünü olduğunu unutmaktadır. Hayalimizin gittiği en uzak nokta aklın başlangıç eşiğindedir. 
Şiir bütün bunların kavramsal anlatımıdır. 


Sevgili Eroğlu’nun ”Kaç Onur Yılı” na gelince; 

Öncelikle şunu belirtmeliyim Eroğlu bir şiir seyyahı. Her şiire uğrayan heybesi dolu bir şair. Kendi iç aleminde mozikleşmiş güzel bir duruşu var. Benim gibi oda mutluluğu şiirde arayan derdini orada dile getiren çözümün orada olduğuna inananlardan. Dahası bunu yaparken mutlu olmasını bilebilen bir dostum. Umduğu ile bulduğu arasında gel/gitleri olduğunu düşünüyorum. 

KAÇ ONUR YILI... 


Mudanya'da elele aşıklar,sahil cıvıl cıvıl.! 
Batman'da platonik sevdalar intihar ediyor..! 
Batman-Mudanya arası kaç 'aşk yılı' babacığım? 

Susuz, ağaçsız kıraç istasyonum, 
Nasıl unuturum çocukluğumun trenlerindeki manevraları, 
Yeşil ve mavi bir cennet varmış Ege'de, 
Kurtalan Expresi oraya da gider mi? 
Kurtalan-Bodrum arası kaç 'deniz yılı' babacığım? 



Şiir; pek alışık olmadığımız gelenek göreneklerimize ters bir vurguyla başlıyor. Babayı sorgulama… İnsan bu kısmı okuyunca kendisini buluyor. Dahası şiirde doğu-batı farklılığı ve anlayışı o kadar güzel işleniyor ki “şiir Anadolu’nun aşk fotoğrafı gibi” 
Tıpkı doğuda aşık olursanız ayıp batıda olmazsanız ayıp der gibi. 


Şiirde işlenen kavramlar bir aşk adamının takvim yapraklarını ve zaman kesitlerinin nelerden oluşabileceğinin gösteriyor “aşk yılı” “deniz yılı” “ekmek yılı”” gençlik yılı” gibi… 

Gediz Ovası'nda bolluk bereket, 
Kurtalan'da su bir var,bir yok, 
İşsizlik,toz ve çamur cehenneminde neler yitirdim.! 
Gediz-Kurtalan arası kaç ekmek yılı babacığım! ! ! 

Yoldaşa bacı derdik, 
Mektuplar aylar sonra cevap bulurdu, 
Kurutulmuş güller saklarım hala kitaplarımda, 
Aşklar da değerliydi, kadınlar da... 
Kaç 'gençlik yılı' yitirdim! 
anlayabilir misin babacığım... 



Bizi biz yapan değerler kadar bizi biz olmaktan uzaklaştıran değerlerimiz var. Ben “töre “ dediğimiz bir mantığın bu topluma çok şey katmadığını düşünenlerdenim. Bana göre töre’nin bir çok uygulaması gelenek ve göreneklerimizin önce erkek sonra bu erkeğin otoriteri yapısına saklanan (zalim, adaletsiz, merhametten uzak, duygusallığı almayan, akla dayanmayan ) bir yanı var. 
Kişilerin özelikle yeni neslin gelişmesine ve inkişafına engel güzel ve doğruyu aile büyüğünün gözüyle gören ve değerlendiren onun muhakeme kalıpları içerisinde hayatı idameye zorunlu kılan bir adaletsiz bir sitemi de içeriyor. Berdel’inden tutun (ki ben berdelin yapılan bir yanlışın doğru zemine oturtulma gayretiyle bir yanlışa en az dört doğrunun kurban edildiği düşüncesindeyim) bir çok uygulamasıyla alt benliği yok eden bir yapıya sahiptir. 


Sevdamı törelere kurşunlattın, 
Hep başkasıydın,hiç 'kendin' olmadın, 
Pişman mısın,mutlu musun mezarında bilmiyorum.! 
Yaşamla ölüm arası kaç 'ONUR YILI' babacığım..... 

Saydın mı babacığım? 


Bu şiirde ifade edilenlere dair çok dertliyim. 

Sevdamı törelere kurşunlattın, 
Hep başkasıydın, hiç 'kendin' olmadın, 


Kısmını okurken gözlerim yaşardı. Aslında Eroğlu babayı sorgularken toplumu ve kendisini de sorguluyor. Bu toplumda hala 25-30 lu yaşlardan sonra aşık olmak ayıp diye algılanırken. Hala yaptığın bir hatadan dönmek istemen ayıp diye nitelendirilirken ne diyebilirim ki. Bir toplumu değiştirecek olan sanattır sanatçıdır. Şiir yolunda yolun hep açık olsun Şiirin deli dolu şovelyesi… 

İyi ki doğdun EROĞLU 
................... 

Bekir Kale Ahıskalı 
Şiir Tahlilleri-10