27 Şubat 2011

Türkan Dinçer’in “Hangi Yasa Engel olabilir ki!” isimli şiiri üzerine





Türkan Dinçer’in “Hangi Yasa Engel olabilir ki!” isimli şiiri üzerine

Sadi Şirazi der ki “İçsiz cevizi hafifliği ele verir” Şirazi’nin Gülistan, Bostan eserlerini okuyanlar hatırlayacaklardır. Hayata dair özellikle insanoğlunu iç buudunu ele alan yanlarıyla bilgi bankası gibidir. Çok seyahat edişiyle birlikte farklı kültürlere, ananelere ve hatta dinlere ait bilgi ve birikimiyle insanı hayrete düşüren yanları vardır. Farisi beyitlerin en üst kademeye çıktığı iki yazar, düşünür ve bilge vardır. Bunlardan birisi Sadi Şirazi dir diğeri Mevlana Celaladdin-i Rumi dir. 

Giriş olarak kullandığım bu söz sadece cevizler için mi geçerlidir. Tabi ki hayır. İçsiz şiir, içsiz tebessüm, içsiz insan, içsiz sevda… bunların hepsi hafifliği nispetinde kıymetsizdirler. Manadan yoksun, şemadan tam olan binlerce şiir sayabilirim ki bunların nazarımda hiçbir kıymetleri yoktur. 


Sevgili Türkan Dinçer’i evim dediğim Türkiye Şairler Birliği’nde tanıdım. Önce şiirini sevdim sonra meseleler karşısında edasını bozmadan duruşunu. Bunun için benim gözümde kendine has bir kıymeti harbiyesi vardır. 


Şiirine gelecek olursam. Ben şiirde önyargılı bir insan olmamaya çalışıyorum. Bunu zaman zaman başaramadığımı hissediyorum. Şairin duruşu meselelere bakışı yorumlarıma yansıyor olabilir. Bu durumun belirginleştiği şiir eleştirileri varsa eğer bu kusur bana aittir. 

Hangi Yasa Engel olabilir ki! 

Bu soruyu kendisine sorduğunu düşünüyorum bir çok şairin yaptığı gibi… Biz şairlerin feryatları, isyanları, kural veya kuralsızlıkları kendimizedir. Toplumun içimize derk ettiği kural ve gelenekselleşmiş hatalarımıza, yargılarımızadır. Aşkın, sevdanın, duyumsamanın ve ayrılığın bizde orta perdeden bir seslenişi yoktur. Biz şairler çığlıksız yaşayamayız. Türkan Dinçer de bunu yapıyor. çığlığıyla yaşamaya çalışıyor. 


Ne yasalar durdurabilir, 
İçimdeki sevdayı, 
ne kurallar, 
Ben koyarım yasaları, 
Ben koyarım kuralları, 
Nasıl olacak deyip, 
Engeller koymam sevdama, 

Şiirin girişinde yer alan bu sertlik yüreğinin kullanma talimatı gibi. Yangından ilk kurtarılacak ibaresi yok ama sevdada tek durdurulamayacak yanını afişe etmiş. Kurallara karşı kuralsız olmak asilik değil kendi kurallarını ortaya koymak şeklidir. …ve şair memleketimin güzel başlayan sevdalarının dramatik bitiş şekillerinden ikisinden söz ediyor. Bunlar sevdanın yaşanmasının en büyük engeli “nasıl olacak” sorularıyla kendini boğan bir yürek ve diğeri “istediğini söyleyen eylemiyle desteklemeyen” ve bunun adına da engeller diyen başka bir yürek. Bu elindeki balonunun patlama ihtimali korkusuyla elinden bırakmayan, bu endişeyle balonlu bir çocuğun balonla oynamaya hasret düşleri gibi bir şey… 

Ne akrebe inanırım, 
Ne yelkovana, 
Yalnızca yaşarım, 
Sevdanın alıp götürdüğü, 
Sonsuzluk ülkesinde, 

Bana göre şair burada tarihte hep erkeklere yüklenen misyonu yüklenmiş durumda. Sade bir Kays düşmez çöllere dercesine… 

Zaman kavramını yitirir sevda 
Beş dakika, 
Bir saat, 
Bir yıl demem, 
Saymam günleri, 
Bilmem haftaları, 
Beklemem yılları, 

Setler koymam 
İçimden akıp giden pınara, 
Azat eder; bırakın aksın, derim, 
Korkmam veririm dudaklara, 
İçerim kana, kana 

Çağlasın sevdalar, 
Derya deniz olsun, 
Kaplasın tüm evreni, 
Binlerce martı olup 
Dalsın tuzlu sulara 
Dalga dalga ulaşsın okyanuslara, 

Damla, damla aksın 
Sevdalı yüreklere 
Söndürsün; 
Alev alev yanan sevda ateşini, 
Katsın kasırgaları önüne 
Ulaşsın, ulaştırsın, 
Sevdaların özgürce yaşandığı, 
Sonsuz ummana, 

Dinçer’in samimi bir anlatımı var. Böyle olunca da her okuyan gibi kendimden bir şeyler buluyorum. Her hayalci gibi hayallerimin ayak izlerine rastlıyorum. 

Şiirde dikkatimi çeken iki yan var birincisi şu (şair bunu bilinçli mi yaptı yoksa yüreğinden kabaran sözcükler bir düzen mi oluşturdu emin değilim) 

Duygu yoğunluğu ifade edilirken artan ve azalan haline dönüşen sözcükler var. Tıpkı derin nefes alırken ufaktan başlayan soluğun an be an kocamanlaşması ve verirken kocaman başlayan soluk vermenin yavaştan küçülmesi gibi 

Pınar 
Çağlamak 
Derya deniz 

Bu kısım -artan -bir soluğun ciğerlere doğru giderken büyüme şeklini andırıyor. 

Dalga dalga 
Damla damla 
Alev alev 

Bu kısım ise –azalan- haliyle soluğun verilme şeklini andırıyor ki suyu alevle anlatmak her şairin başarabileceği bir şey değildir. 

Aşağıda yer alan kısım ise kafamın takıldığı daha sistematikleştirilebilirdi dediğim kısım. 

Zaman kavramını yitirir sevda 
Bir dakika, 
Bir saat, 
Bir yıl demem, 
Saymam günleri, 
Bilmem haftaları, 
Beklemem yılları, 


Acaba diyorum 

Beş dakika 
Bir saat 
Bir gün demem 
Saymam haftaları 
Bilmem ayları 
Beklemem yılları 


Şeklinde olsaydı dakika-saat-gün haliyle kabaran bir dalganın devamı olarak hafta-ay-yıl olarak daha bir etkili anlatım seçilebilir miydi? 


Bu bir eleştirmen olarak benim bakış açımdır. Ben Türkan Dinçer’i sadece şiirlerinden bilirim. Onlarda O'nu tanımam adına yeterince ipuçları saklıyorlar. 

Sonuç olarak diyorum ki Türkan Dinçer’i şiirlerinin doluluğu ele veriyor. 

Bekir Kale Ahıskalı 
Şiir Tahlilleri-12
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder