11 Aralık 2010

42-Değirmen Kızağı

Değirmen Kızağı


Kış aylarımız yaklaşık altı ay sürerdi. Kar yağışının bu kadar uzun sürdüğü bir coğrafyada yaşıyor olmak insana farklı yetenek ve mukavemetler öğretiyor. Üşümemeyi, dayanmayı ve direnmeyi öğrniyorsunuz. Ayağınızda kara lastik denilen bir çeşit ayakkabı vardır ve soğugu direk ayağınıza iletir. Bastığınız kar ve buzda çok iyi kayar ve siz ayakta kalmasınıda öğreniyorsunuz. Karın bol olduğu ortamda kendinize ve ortamınıza göre yeni oyunlar icat ediyor ve bundan keyif almasını öğreniyorsunuz.
Kartopu oynamak şehirde yaşayanlara göre daha insafsızca ve daha serttir. Size fırlatılmak için sıkılan kar çelikleşmiştir ve size isabet ettiğinde adeta sızlatır. Taşa tutulmuş gibi acı verir size. Siz o ortamda oynamak istiyorsanız ya çok iyi savunmayı öğreneceksiniz yada çok iyi bir hücum yeteneğiniz olmalıdır. Eğer bu iki yetenekten birini geliştiremezseniz hedef tahtası haline gelirsiniz ve kimse size acımayacaktır. Bu kartopu oyununda öyle yetenekli arkadaşlarımız olurdu ki değil hedefen herhangi bir yerine isabet ettirmek nokta atışı yapar ve nerenizi nişan alırsa oraya isabet ettirilerdi. 
 
Bir çocuk bir günde oyun aşaması ve oyun saatini hakedebilmesi için önce yapması gereken mükellefiyetleri vardır. Her tarafın bembeyaz ve don olduğu bir ortamda aslında başka şeyleride öğreniyorsunuz. Mesela beslediğiniz hayvanların karnını doyurmadan asla kendi karnınızı doyuramazsınız. Mesuliyetini ve bakımını üstlendiğiniz hayvanların karnını doyurmadan önce kendi karnınızı doyurmak düşüncesi aklınıza bile gelmez. Önce onların yaşadıkları ahırları temizler sonra yemlersiniz, alaflarını verirsiniz hatta uzun kış süreleri sebebiyle hayvan yem ve yiyecekleri sınırlı olduğundan asla ısraf etmemeye dikkat eder ve ayaklarının altına dökülenleri tekrar önlerine koyar ve karınlarını doyurmalarını sağlarsınız. Yemlenmeleri bittikten sonra hepsini bağlı oldukları yerlerden çözer köy meydanında akan pınar ve sulaklarda su içmelerini sağlarsınız. Bütün bu işlemlerden sonra mesul olduğunuzun vebalinden kurtulduktan sonra kendi kahvaltınızı yapmak sırası gelmiştir. Bu kahvaltı sırası ve süresinde sizin önünüze öyle aman aman bir şeyler konmamıştır. Önümüzde çaydan başka iki çeşit katığın olduğu çok vaki olmamıştır. Nadiren peynirle birlikte yumurta da olduğu olmuştur. Öyle bir ortamda daha mutlu olduğumuzu hatırlıyorum. Şimdilerde önümüzdeki katıkların sayısı arttıkça mutlu olmamak için sebeplerde arttı gibi...

Bir çocuk bütün bu süreçten sonra oynamaya vakit bulabilmiştir. Kışın en önemli oyun malzemesi kardır. Kardan adamlar yaparsınız, kartopu oynarsınız, karda futbol oynasınız ve karda kayarsınız. Bütün arkadaşlar yarışırcasına kayardık. Babaları veya ağabeyleri kendileriyle ilgili olan arkadaşlarımızın güzel kızakları olurdu. Büyüklerin el emeğiyle ve yeteneğiyle katkı sağlanılan bu kızaklarla yarış yapar ve zevkler alırdık. Bu ortamlarda evlerinizde bulunan yırtılmış, eskimiş plastik leğenlerin avantajları olsa da kontrol etmesi zor olduğundan pek tercih edilmezlerdi. Benden büyük ağabeyimizn olmaması ve babamında yurtdışında bulunması sebebiyle hep bir eksikliğim olurdu. Kızak yaptırabileceğim veya tamiz ettirebileceğim bir ağabeyim ve yanımda bir babam asla olmadı. Ben babamın yurt dışına gitmeden önce değirmene buğday götürüp, öğütüp ve geri getirmek için kendisine yaptığı ve üzerine iki çuval buğdayın konulabileceği büyüklükte bir kızağı vardı. Bu kızaklar iyi kaysınlar diye altlarına demir veya metal çubuklar çakılırdı. Ben de babamın yıllık izine geldiği bir dönemde o kızağa binmek fikrini aklıma sokmuştum. Nasıl olsa babam vardı ve bende sahibim var düşüncesiyle bulunduğu yerden çıkardım ve altına çakılan demirin ucunun gevşediğini farkeeiğimde babamdan yardım istedim. Arkadaşlarım kızaklarla kaymak için gitmişlerdi ve bende babamın yardımından sonra onlara katılabilecektim. Babam yanında olan ve aynı zamanda benim ebem olan kadınla konuşmaya devam ediyordu ve beni önemsememişti. Ben bir kez daha yardım istediğim halde, değil ilgilenmek yüz vermedi bile ve ben kendi gücüm ve yeteneğim nisbetinde tamire uğraşırken babam gürültü yaptığım gerekçesiyle olduğu yerden çıktı yanıma geldi ve öfkeyle o kızağı kırdı ve içeriye giderek bir şey olmamış gibi kadınla konuşmaya devam etti. Hiç yanımızda olmayan babam arkadaşlarımla haz şöleninden zevk almaya karar verdiğim o günümü kendi öfke ve yaşlı bir kocakarının bitmek tükenmek bilmeyen konuşmasına kurban etmişti. Oysa kırıp, parçaladığı kızakla köylünün kendi gayretiyle yaptığı arpa, buğday ve mısırını götürüp ve yine kendi cinsiyle ücretini ödeyerek öğüttüğü değirmene götürürdü.

İşte o zaman bu mücadelede de yalnız olduğumu anlamıştım. Babanızın sizin için çalışıp para kazanması önemli bir şey olabilir ama ondan daha önemlisi babanızın size sizin onun için önemli olduğunuzu hissettirmesidir. Ben önem verilmediğimizi anlamıştım. Bu olaydan yıllar sonra yani geçen kış bu olayı babama anlatıp, yüreğime oturan yanını söyleyince babam olayı pek hatırlamadı bile ve ben bir kere daha anladım ki acılar aynı oran ve aynı yerden hissedilmiyorsa çocuğun yaraları derinleştikçe derinleşirken baba bu ezikliği ve mahcubiyeti hissetmediği gibi önem de vermiyordu.

Hayatımız ve varlığımız hepten önemsiz değildi. Bedavadan biraz pahalı, boş boş konuşan komşudan çok daha değersizdik. Onlar komşularıydılar bizim için ise evlatları deniliyordu. Hani canlarından, kanlarındandık. Sanırım bu candan kandan olmak dinlenilmememiz ve önemsenmememiz için en birinci sebepti. Kimse üzülmemizi ve kırılmamızı önemsemezdi. Gönül koyamaz ve sürat yapamazdık. Korkudan oturtulduğumuz sofralarda onlarla yemek yememiz her şeyi unuttuğumuz anlamına gelirdi sanki.
 
Bekir Kale Ahıskalı
Ekim 2010
Değirmen Kızağı-42

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder