11 Aralık 2010

9-Terbiye edilmemiş sevgi

 

Rivayet odur ki Hz İbrahim ateşe atıldığında bir karıncanın bir su damlasını sırtlanıp ateşe doğru telaşla yürüdüğünü görenler

"-Hayrola! Nereye böyle" dediklerinde karınca

"-Hz İbrahim ateşe atılmış O’na gidiyorum"

diye karşılık verir. Bunu duyanlar küçümseyen bir gülümsemeyle

"-O kadarcık suyla o ateşi söndüremezsin "

dediklerinde karınca şu tarihi cevabı verir

"-Evet ben de biliyorum o teşi bu kadarcık suyla söndüremeyeceğimiz. Ama kimin tarafında olduğumu göstermek istedim."

Sevmek sadece insanoğlunun değil nebatat, hayvanat alemlerinin de vazgeçilmez hilkat duygusudur. Mevcudatın yaratılışının mayasın sevgidendir. Bize yaratılışımızdan verilen bu duygunun varlığını ancak nefreti ve buna bağlı olarak kurallı/kuralsız kavgaları görünce anladık. Her şey zıddıyla bilinirdi. Siyahın varlığını beyazımız kirlenince anladık. Gözlerimize perde gibi karanlıklar inince gecenin gündüzden başka bir zaman dilimi olduğunu anladık. Ölümün varlığını anlayınca yaşamın kıyılarında başıboş gezinişimizi bırakıp geriye eserler bırakma, sonradan gelen nesillere bir baki güzellik bırakma sevdasına giriştik. Bu yolun sevdalarını örnek edindik ve hep kötülerin kazanmayacağı bir dünyanın inşasına başladık.

Esareti yaşayınca özgürlüğün kıymetini daha fazla anlar olduk. Özgürlüğün tanımını genişleterek ben, sen, o değil “biz” kavramının içine soktuk. Habersizce getirildiğimiz bu dünyada haberli bir mutluluğun peşine düştük. Hesaplarımızdan egolarımızı çıkarıp ortak bir benlik edinme yolunu seçtik. En uçtaki akıncımızda en baştaki baş tacımızda aynı davanın türküsünü mırıldanmaya başladık.

Yaşadığımız dünya, yaşadığımız topraklar bize miras bırakılmıştı. Bunları bize bırakanlar bu yolda canları pahasına mücadele ettiler ve giderlerken astarsız, dikişsiz ve tercihsiz bir libastan başka bir şeye bürünmediler. Anladık ki bu mirası aldığımız gibi bırakmak verilebilecek en güzel mücadele…

Oku! .diyordu bizi Yaratan kudret. Oku ki bu yaşamda görebilenler için ibretler var.

İlmi öğütleyen, öğrenmeyi bize farz kılan bir inancımız vardı. O inancı bize anlatması için gönderilen elçiler güzellikleri temsil ve telkin ettiler. Anlamaya çalıştık. Anlayamadığımız yerlerde inkar yoluna gittik. İçimizdeki inanma duygusunu, reddetme gibi kör bir inada takas ettik. Düşünme yapımızı atıl duruma getirmiş atalet abidesi olarak hazır düşünceleri tüketmeye başlamıştık. Üretmeyen insan başkalarının ürettiğini tüketiyordu da bunu görmezden geliyorduk.

Zaman insanoğlunu yonttu. Yaratılışının gayesinden ve ak-pak insanlığından minik menfaatler için uzaklaşır oldu. Anlık haz ve keyifler gelecekteki baki haz ve keyiflere tercih edilir oldu. Güneşini bir mum ışığına değişir oldu. Oysa aldığı nefeste sayılıydı, attığı adımda. Söyleyecekleri sözcüklerin sayısı da belliydi ama iyimi söyleyecek, kötümü söyleyecek buna kendisi karar verecekti. Zamanla dilini de kirletti ve sevgisini ya söylemez ya da fısıldayarak söyler oldu. Oysa nefretini, kini saklamaz ve fısıldamaz haykırırdı.

Bizler koca kainattın içinde, dünya denilen bir mekanda, Anadolu denilen bu coğrafyada yüreğini susturmayan bir avuç şair olarak dilimizin güzellikleriyle varolma gayretine giriştik. Kirletirken bir kelimeyle temizlenmesi gerekirken kâmus gerektiren bir büyük mücadeleye tutuştuk. Bir avuç diyorum çünkü bizler bu yola baş koyarken, böylesine 12-13 kişiyle yola çıktık. Yola çıkarken yaşayacağımız zorlukları az çok hesap etmiştik ki davanın sonuna geldiğimizde ancak yaşarız dediğimiz toplam sıkıntıları daha ilk aylarda yaşamamıza rağmen bu yoldan dönmeyi düşünmedik. Bir gün bizlerde öfkelerin sabırla yenildiği ama sevgilerin fısıldanmayarak haykırıldığı günler günlerin geleceğini biliyoruz.

Adı her ne olursa olsun kardeşin kardeşi öldürebildiği bir öfke topunu besleyen de biz insanlardık, çiçeğe böceğe kucak açıp şefkat gösterenlerde.. Hatalarımız da oldu, sevaplarımızda. Zaman zaman insanları incittiğimiz de oldu. Ama bizler Anadolu denen bu coğrafyada görünmeden yakan bu yozlaşma yangınına su serpmeye çalışırken, koştururken ayağımıza takılan veya incittiğimiz insanları göremezdik çünkü biz ayaklarımıza değil yangına bakıyor ve söndürme hesapları yapıyorduk.

“Gözümde ne cennet sevdası ne cehennem korkusu” yurdumun insanın mutluluğunu, dilini iyi kullandığını,iyilikleri yazıp yaydığını görürsem her türlü sıkıntıyı çekmeye razıyım. Yeter ki insanımız sevgi sözcükleri sövgü sözcüklerine galebe çalsın.

İçimde memleketim için beslediğim henüz terbiye edilmemiş nice sevgi tohumları var. Zamanı gelince yetişsinler diye gönüllerden topraklar biriktiriyorum.

Elimizdeki gülü koklarken birisinin o gülü dikenlerle mücadele ederek bize sunduğunu düşünmek bize bir şey kaybettirmediği gibi bizi kadirşinas yapacaktır.


Bekir Kale Ahıskalı
5 Haziran 2009
Kekeme Kaval-9 (Terbiye edilmemiş sevgi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder