26 Kasım 2010

Seni aramak

Seni aramak... Parmak izlerini vücudunda bırakmak...Belki kaybetmek...

Güneşi görmek her canlının istediği şeydir. Geceleri mesken tutan yarasalar karanlıklarla işleri bitince güneş doğsun isterler. Ben ise güneşi değiş sesini arzuladığımdan güneş doğsun istiyorum. Gecelerim seninle iç-konuşmalar yaparak geçiriyorum. Kulaklarını açan gece bu konuşmalara şahit oluyor. Başımı koyduğum yastıklara yerine getiremeyeceğim sözler veriyorum. Arı peteğini andıran şehirlerin üzerinden uçarak sana geliyorum her gece. Karlı dağ tepelerinden seyrediyorum seni. Gönlümde volkanlar patlıyor. Dizlerime kadar karlara gömülüyorum. Dişlerim "seviyor-sevmiyor" tıkırdıyorlar. Sabahı, sabahta duyabileceğim sesin beklerken ruhum ayrılırsa bedenimden, sen bu şehirden ayrılıncaya kadar beni indirmesinler bulunduğum yerden. Bir rüyaysa bu gördüğüm rüyam tamamlanmadn uyandırmasınlar beni.

Bir yüzükle kelepçelenmiş parmaklarını görmezden gelip, yazmadığına mırıldanıyorum. Dağılmadan, çözülmeden, bölünmeden ıslak beyaz martılar uçuruyorum gözlerimden. U/mutlu kanaatkar kanatlar çırparak gelmeni bekliyorum belkide. Hava ışıyınca yüreğimi çıkarıp avuçlarıma alacağım belki. Aslında bunu hepistemişimdir bağrımda senin için tepinip duran yüreğimi çıkrıp sahibine vermek...
 
Dünya garip hikayelerin oynandığı tiyatro sahnesi. Banada bu sahneden garip hikalerin en garip ve azap dolu olanlrını sahnelemek düşüyor. Drama oyuncusu mu kalmadı yoksa bu roller hep bana mı biçildi? Bunları da sorgulamıyorum değil. Uçan beyaz tüyleri başkaları oynarlarken bana düşen tüylerin düşüş rollerini oynamak düşüyor. Acısını bağrında büyütebilen en büyük oyuncu ben olmalıyım. İkamet adresi olmayan dudaklar barındırıyorum.

Gözlerimi yummuş üç ihtimalli bir sonuş bekliyorum. Ya donar kalırım bozulmadan, seni sevdiğim halimle. Ya bahar gelir, karlara gömdüğüm ayaklarım daha yakınına yürüyelmeme hayat ve güç bulur. Ya da uykudayımdır gelir öper uyandırırsın. Sevdikten sonra üçüde yakın ihtimal.

Seni içtiğim sütlü kahvede bulmaya çalışıyorum. Buğusunu gözlerine, tadını dudaklarına fincan içindeki kalabalıkmış gibi dönen yalnızlığını yalnızlığına. Ya sütlü kahve gibi o fincanda soğuyacak, sonra döküleceksin. Ya da tadından, ısından bir şey kaybetmeden dudaklarıma bırakarak derinlerime doğru koşacaksın.28.05.10
 
Bekir Kale Ahıskalı
Lebibeye Mektuplar-102
Sütlü Kahve Yalnızlığı


*Bu mektupları orjinal el yazmalarımdan değişiklik yapılmadan alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder