11 Aralık 2010

18-Doya doya ölebildin mi?

  


Sessizliğin, kemiklerime işleyen bakışlarınla; neredesin?

Sesiyle ısınır, sessizliğiyle üşürdüm…

Gözlerimi kapadım oturduğum yerde. Hüzünlerim doğurgan, kahırlarım gizli ve kemirgen, pişmanlıklarım ince ve kemiksiz. Kaşlarımın, dudaklarımın, yanaklarımın birbirleriyle fısıldaşarak beni boğmaya çalıştıklarını düşünerek, kendimle barış denemeleri yapmaya karar verdim.  Kendime bir militana yakışır şekilde çatık kaşlı, el tetikte, yürek katı şekilde bakmıyorum artık, yaşadıklarımla yaşamak istediklerimi harmanlıyorum


Bir kadını sevmiştim düş gibi. Dışarıdan bakınca yerli bir kaya gibi yerinden kıpırdamazdı. Kirpiklerinde yüzlerce soru işareti asılıydı. Kekik kokulu yamaçları vardı ama kekik kokusundan habersizdi.  Ya da bana öyle geliyordu. Susunca gün geceye gebe kalıyordu. Konuşunca ışık düşüyordu öykülerimin en karanlık yerlerine. Gözlerine bakınca uzaklardan gelmişliğimin izlerini bulurdum. Durunca sular yürür, yürüyünce sular koşardı. Tebessüm edince güller güler, gülünce bulduğu her kokuyu üzerine süren kadınlar gibi karşı kaldırımlar bile gül kokardı. Sesiyle ısınır, sessizliğiyle üşürdüm. Bütün yangınlar dudaklarından çıkar, bütün sular derinlerinden kaynardı. Sevmiştim işte, hepsi bu kadar.


Geçtiğimiz sokaklardan geçecek olsam gölgesi hala duruyor mu diye dönüp bakıyorum. Çünkü o hüzünlü bir sessizliğin içinden, gözlerime gülerek bakabiliyordu.
Onun kırmızı çekimine kapılıp teninden bir solukluk koku alsam ve eve doğru gelsem.. Gürültüsünü iş gününde unutmuş caddelerden geçerken gölgesini arasam. Bak itiraf ediyorum. Bana göre en büyük sessizlik gitgide derinleşen yokluğunun içinden yeryüzüne bir ölü gibi bakabilmektir. Yalnızca bakabilmek, hepsi bu işte.


Yeşermeye başlayan yeni bir şiir mısrası gibi kımıldasan. Sessizliğin kemiklerime işleyen bakışlarınla; neredesin? Yokluğunda titrek mum alevlerinde kırılıp durdum, yorgun ayakkabılar gibi bir ayakkabılığın en ücra köşesine hapsedildim. Boşlukta yüzen anılar gibi görmezden gelindim. Gene de sen orada bir aynaya bakacak olsan, kendini yoklayacak olsan, yaşayıp yaşamadığına aynalarda bakacak olsan, ayna karşısında dimdik duran, koklanmaya hazır omuz başlarından yayılan arzumun hafızası, renklerin ardına gizlenmiş renk gibi kaybolmadan geriye döner. Ben seni düşlerim, hepsi bu işte.

Korkuyu çoğaltmaktan başka bir işe yaramayan ayrılık kokulu geceler, yaralı bir martı gibi kıyılarıma alçalacak. Nereye bakarsan bak gemisiz denizler gibi içini çekiyor sularına karışmamı bekliyorsun. Ayrılık, bize körelme denen aptalca bir ölümü hazırlıyor. Sakın yılma. Tenimi tenine kurban vermeye hazırım kirpiklerini keskinleştir. Çektiğin yalnızlık boğazını düğümlemeden yüz çizgilerine biriken akşam karanlığını azalt. Ay burnunu bulutlara sokunca düşlerine geleceğim. Gözlerinin kandili körelse bile, kulaklarını dipsiz bir kuyu gibi derinleştir. Kendini mekanın karanlıkta eriyen köşesinde kendim kadar yalnız bulacaksın. Yeter ki sen yalnızlığını anılar dediğimiz kalabalığımızın içinde azalt. Yağmurlar camına vurduğunda, dudaklarımla tenini suluyor olacağım. Kimse sürekli yalnız olamaz, hepsi bu işte

Sende benim gibi doğuştan kınalısın yani yüzünde sararmış bir mevsim taşıyorsun.
Yüzümüze biz istemeden konulan güzümüzü değiştireceğiz.Bahtımızın, kara ve inatçı yanlarını yenmek için gözlerimizin aklarına kan sıçratıncaya kadar bakışacağız İğde kokulu saçlarından, keten gömleğinin içinde kıvranan bedenine kadar, taze kavun kokulu bölgelerinden, papatya kokulu omuzlarına kadar her hücreni işgal etmeye hazırlanan ben;  büyük bir gürültüye derin sessizlikle hazırlanan bal peteği dudaklarından tatlanacağım. Bedenlerimize öyle bir üşüşeceğiz ki, bal sineklerinin bala üşüşmesi bile sönük kalacak. Arzulardan, payımıza düşenden fazlasını alacağız. Ben saçlarına soluklarımdan rüzgarlar akıtıp, gözlerine sessizlikler damlatacağım. Sen dudaklarındaki diş işlerini aceleci bir rujla kapattıktan sonra yanaklarına iki yaramaz gamze oyacaksın. Gülümseyeceksin. Dişlerinin parıltısından kopan beyaz bulutlar yanaklarına yükselinde kararacak gözlerine varınca boşalacaklar. Arzularımızın geometrisi başımızı yastığımızın yumuşaklığına yenik düşürmeyecek. Her günümüze yeni arzularla başlayacak alışkanlıklarımızı genişletmeyeceğiz. Hepsi bu işte

Doya doya ölebildin mi? Hepsi bu işte.



Bekir Kale Ahıskalı
Eylül 2007
Kekeme Kaval -18 Doya Doya Ölebildim mi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder