11 Aralık 2010

2-Adamakıllı Yaşamak

 

Hepimiz kendimizi azınlık hissediyoruz. Çok olana karşı değil bu az hissedişimiz. Belkide istediğimizi elde edememek, yalnız bizim istediğimiz olsun düşüncemiz, sahiplenilmemekten kaynaklı olsa gerek bu azınlık hissedişliğimiz. Azınlık diyorum oysa birçoğumuzda ezik durumundayız, öyle hissediyoruz.

Herkesin üzerinde birleşebileceği ortak bir neden yok gibi. Paydasız bir toplum olma yolundayız. Yaşarken saygı göstermediklerimizin cenazelerine katılıyor ağlıyoruz. Taziyede bulunuyor yakınlarının dertleriyle dertlenmeye çalışıyoruz. Aslında dertlenmede denemez buna dense dense dertlenir gibi yapmak denir. Gibi yapmak...
Hep ayrılık, hep kavga... Ortak bir sevincimiz olsa, hep birlikte alkışlayacağımız bir şey... Üzerinde kavga etmeden konuşabilsek, bir mutluluk çıkarsak oradan, biraz umudumuz kabarsa, olmaz mı? Biz sevinçlerde buluşamızyoruz.
Tohumumuzun genetiğiyle oynanalı beri bahçemizde çiçeğe yabancı olduk. Neresinden bakarsanız bakın bizim olmayan devşirme sevdalarımız var. Kendimize ait motifler bir bir silinip gitmekte. Kendimize ait bir markamız bile yok. Sevgimizi beyan olsun diye sunduğumuz çiçekler de ithal. Kendi bahçıvanımızın yetiştirmediği çiçeklerle aşkımızı ilan ediyoruz. Anavatanı vatanımız olan lalelerin kaç değişik rengi var onu da bilmiyoruz. Vay halimize...Vay ki vay..
Kulaklarımıza kendimize ait sesler çalınmıyor artık. Kalan üçbeş sesimizin içinde de kederler geziniyor. Apartman katlarına sıkıştırılmış ihtiyarlarımızın anıları çöküyor omuzlarıma. Yayla yollarında doğuran ninelerimiz ve sonra tarla çapalarken birlikte kaçma kararı alan sevdalılarımız düşüyor aklıma. Gözlerinde deryalar saklayan dedelerimiz. Koca Çanakkale'yi bir yumruğu sıkarcasına koruyan yiğitleri düşündükçe bir türlü koruyamayıp sürekli gol yediğimiz kaleleri düşündükçe kahroluyorum.
Durumumuz dört ayağı olan ama bir ayağı diğer ayaklardan kısa olan bir masanın kısa ayağından farklı değil. Ne o bacaksız oluyor ne de o bacakla. Gelin görünki sayıda tam saylırken sorumluluk verilirken güvenilmiyor bize. Bir yerinden aksamaya dursun insan, evde atılmaya en yakın eşya gibi kapıya en yakın yerde bekletiliyoruz. Ne evdeniz ne dışarıdan. Kendisini ev sahibesi sayanlar "şimdi giderler" diye düşünüp bekliyor biz ise işe yaramayan bu halimizle "bizsiz olmaz" düşüncesini taşıyoruz.
Bu yaşama bir yerinden tutunalım istiyorum. Ortak paydalarımız olsun. Sevinçlerde bir araya gelmesini öğrenelim. Öfkemizi terbiye edelim sevincimize sebep olsun bu terbiyeli öfkemiz. Gençlerimiz ölümden kaçıralım. Zamanı durduralım. Güneşi gökyüzünde bir yere takıp bırakalım ve zamanı durduralım...Dursun, geçmesin! Saatler akmasın, hayat yavaşlasın. Çocukluğumuzun sonsuz oyunlarına dalalım. Ömrümüzde akşam olmak bilmesin. Ve biz, bir şehirden diğerine, bir mahalleden ötekine, bir işten başkasına geçelim. İnsanlar, mekânlar, olaylar çoğalsın günün içinde. Uç ucuna ekleyelim yaşantıları, çoğaltalım. Dakikaları adamakıllı elimizde tutmadan bırakmayalım. Avuçlarımıza alalım, evirip çevirelim, gözeneklerine bakalım, koklayalım, tadına varalım. Anlar çoğalsın, çoğalsın, genişlesin etrafımızda bir okyanus gibi zaman. Lezzetini dudaklarımızda milk sahibi gibi kalsın, damağımızda hissedip salıvermeyelim tadları.. Biz adamakıllı yaşadık diyelim. Yaşadık ve zamanın tadına vardık! Bir sürü ölümsüz hatıramız olsun, zevalin önünden kaçırılmış bir kucak hayırla çıkalım yarına. Çok şükür diyelim, çok şükür, bugünümüz düne benzemedi.


Bekir Kale Ahıskalı
Ağustos 2010
Kekeme Kaval-2 (Adamaakıllı yaşamak)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder