11 Aralık 2010

3-Doğu Kapısı

 

Uzak, yabancı ve hayal edilmemiş bir caddenin hikayesi Doğu Kapısı...

Hikayesini arayan bakışlarla süzdüm çevreyi. O zamanlarda kalma endişelerimde kalmamış artık. Yıkmışlar. Yıllar önceki ayak izlerimin olduğu caddeyi yıkmışlar.
İnsanı meftun eden kokuların yayıldığı aktarı yerini yoğunlaştırarak şişelere sıkıştırılmış parfümlerin satıldığı dükkan almış. Aktardaki tezgahtarı gençleşmediyse eğer yerine ona çok benzeyen güzel bir kız gelmiş. Sanıyorum ki onlarda değişen zamana ayak uydurmuşlar. O eski sabun kokuları da yayılmıyor artık. Eskiden bu caddede oruçluyken yürümeye başlamak hoş olurdu da caddenin sonuna kadar gelmek iyi bir nefis hakimiyetini gerektirirdi. Caddenin başında aktar ve sabun kokularıyla başlayan yolculuğunuz caddenin sonuna doğru taş fırın ekmek kokularına bırakırdı yerini. En son dükkan ise kıymalı pide yapan bir fırındı ki finali hepten dayanılmaz olurdu. Fırının önünden geçerek kokusunu alan insanları için iftar saati ötelenirdi sanki. Bozacıların mahalle aralarına çıkmaya niyetlendikleri ve ilk adımlarını atıkları yerdi bu cadde. O kokuları gibi "bozaaacııı" seslerini de yıkamışlar havadan. Caddede eskiye dair kalan tek şey şimdilerde akmayan çeşme olmuş. O çeşmenin suyu gitmiş ama güvercinleri hala duruyor.
İnsanların yüzünde mutluluk göremiyorum. Sanki ellerinde olsa burada yaşamayacaklar ama "yaşamak zorundayız" ifadeleri var yüzlerinde. Mecburiyetten yaşadığınız hayat, size yalnız azap verir. Orada göreceğiniz hiçbir şey hikâyesini ve sırrını açmaz. Kaygılı bir misafir gözüyle bakarsınız her şeye. Oysa kaygılarınızdan sıyrılsanız yıkılsa bile eski ayak izlerinizin toprak altında kaldığı bu caddede kayıtsız ve kaygısız misafir olduğunuzda, görmeye, anlamaya başlarsınız. Bütün sesler, kokular, serin köşeler, gizli kalmış tatlar hatta konuşan insan yüzleri belirginleşir ve sizi kendilerine davet ederler. Uzak, yabancı ve hayal edilmemiş yeni bir dünyayı düşünmeye başlarsınız. Boyanmış olsalar da o taş binalar size birşeyler fısıldamaya başlarlar.
Bu caddeye en son yirmi yıl önce gelmiştim. İçimden geçen duyguların tanımını yapamıyorum. Muhtemelen pişmanlıklar içindeydim. Her haliyle eski zamanlara ait olduğunu fısıldayan çeşmesi, yeni nesil dükkanlarında istihdam ettiği yine yeni nesil çalışanlarıyla üzerime üzerime yürüyordu belkide. Bakışlarım ve baktıklarım biran önce hikayesini bulmalıydı. Ben bu şehre bu caddeye gelmeyi neden bu kadar uzattım ki. Şimdi diyorum ki, keşke uzun yıllar burada yaşasaydım!
Caddeleri ikiye ayırırım; geçilen caddeler ve gidilen caddeler... Çoğu caddeye yolunuz düşer, içinden geçersiniz. Belki durmak, soluklanıp gezmek ihtiyacı bile duymazsınız. Bazı caddelerden geçilmez, gidilir. Durulur, gezilir, yaşanır... Bazı beldeler sizi kendilerine çağırırlar çünkü anlatmak için beklettikleri sonsuz hikâyeleri vardır. Sadece toprak altındaki ayak izlerini takip etseniz taş ustalarının izlerini de tanıyacaksınız, bir savaşçının hasmını kovalarken dört nala sürdüğü kıratının kişneme seslerini de. Bazı caddelerin başka caddelere nasip olmayacak kadar hikayeleri olur. Biraz daha dalacak olursanız bir yatırın mezarına basıyor olma ihtimaliyle ürpereceksiniz.

Bu caddenin iki kapısı vardır. Birisi doğuya bakar ve o kapıdan sızan ışıkla binlerce yılın izlerini görürsünüz, Sağınıza baktığınızda bir derviş selamıyla tufana dönüşen havayı solurken, sola baktığınızda uğruna kanların döküldüğü sevgililerin gülüşmelerine boyanırsınız. Sarayın ipek beyazlığındaki ayaklarıyla kızları geçmiştir bu kapıdan. Dağı delmeye giden Ferhat bu kapıdan çıkmıştır elinde kazmasıyla. Az ileriye bakarsanız Kays'ın alnını secdeye koyduğu kumun daha savrulmamış hali vardır. Eğilip bakmaya cesaret edebilirseniz eğer Ferhat’ın alnını koyduğu secde izinde Kays'ın alın yazısını da görebilirsiniz. Az daha ileriye uzanın bakalım benim gördüklerimi görebilecek misiniz? Bakın az ilerde Baburşahlar'ın ihtişamlı sultanı dünyayı gönül gözüyle görebilen Muhammed Celaladdin var. İzdivacına aldığı Jodhaa Akbaar'a sarayda tapınak sözü veriyor. Evet yanlış görmediniz kendi dininden olmayan biriyle izdivaç yaşamayı seçmiş ama Akbaar'ı inançlarıyla zorlamıyor. Onun tam karşısında Fatih Sultan Mehmet Han var. Yakın zamanda İstanbul'u fethetmiş. Az ilerisinde Alparslan var Anadolu'nun kilidini açmaya yemin etmiş. Daha da doğuya giderseniz Nebiyi Zi'şan ı göreceksiniz Taif'te kendi akrabalarının çocuklarınca taşlanırken. Bakın daha ilerisinde İsa'yı çarmıha geriyorlar. Hemen önünde Tur Dağı... Musa sözünden binlerce kez dönen kavmine bir şeyler anlatıyor yine. Tufana kapılan gemi ise Nuh'un gemisi. Baş taşı olmayan mezar ise insanoğlunun ilk cinayeti Adem'in masum olduğu halde öldürülen oğlu....
Bu cadde tarihin şiire dönüştüğü kaldırım taşlarına sahiptir. Ayağınızı bastığınız taşlar bir zamanlar Babil'in asma bahçelerini çevreliyorlardı. Taşları kayıtsız bilmeyin onlar tarihi hem yaşayan hem kaydeden belleklere sahiptirler. Oturduğunuz taşa oturan iki sevgili vardı, birbirlerine söz veriyorlardı "iyi günde, kötü günde hep beraber olacağız" diye.

Benim hikayesini okuyabildiğim sırları görmek istiyorsanız eğer bu caddeye gelirken tarihi okuma niyetinizi evde unutmamalısınız


Bekir Kale Ahıskalı
Ağustos 2010
Kekeme Kaval-3 (Doğu Kapısı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder