11 Aralık 2010

4-Ağlayan Gözler

 

Vakit geçmek bilmiyor ve ben yalpalayan bakışlarla saatin yelkovanının akrebinin üzerinde daha fazla tepinmesini arzuluyorum. Oysa geçen her dakika yılgınlığıma bir saatlik bir yılgınlık daha katıyor. Günler çıldırmış gibi akıp gitmeye unuttu sanki.Bu vakitlerde her saat birkaç mevsim uzunluğunda gibi geliyor insana.

Zamanı yavaşlatan açlık hissi olmalı. Gün tükendiğinde ben her zamanki gibi yirmidört saatlik yaşlanmış olacağım. O zaman zamanın önünde duran ve akıp gitmesini önleyen engel nedir ki... Yüzüne bile bakmadığımız ısırılıp atılmış meyveler bizimle alay edercesine bakıyor yüzümüze. Bizim midelerimize yapılan aslında beyinlerimizden başlayan Çin Seddi'nden daha yüksek inancımızı bildikleri için büsbütün şımarıyor artık bayaatlamıştır diye akşam saatlerinde yüzüne bakmadığımız simitler.

Bu saatlerde daha önce durduramadığımız zamanı iteler dururuz akıp gitsin diye. Yakup Kadri "Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri, cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor..." diyerek vahlandığına göre bu şiiri açlık hissini doyumuna tatmak durumunda kaldığı ramazan ayında yazmamış olmalı.

Hani şöyle sabahı ilkçağ, öğleni ortaçağ, ikindiyi yakınçağ ve akşamı ise yeniçağ gibi uzatan bir gün yaşıyorum. Gördüğüm insanlarla her zamankinden daha az konuşmama rağmen iki kat katlanıyormuşum gibi geliyor. Sabırsızlıktan dilimden uzak tuttuğum ne kadar küfür ve hakaret varsa dudaklarımın kapısında bekliyorlar. Hani ağzımı açsam birden boşalacaklar gibi. Oturup bir şeyler okuyayım, yazayım diyorum. Benim yazmadığım her cümle basitmiş gibi, yazdığım her dize ise daha iyisini yazabilirim mantığıyla yok olup gidiyorlar.
Sırtını duvara dayamış güneşlenen ihtiyar kadar huysuz oluyorum bu mevsimde. Daha dün yere düşen gölgemi çiğneyerek koşan çocuğu yakalayıp azarlamak istemiştim. Gölgem yere ilk defa düşmüyordu belki ama aç karınla yere düşen gölgemi çiğnemek düşene bir tekme daha attı gibi gelmişti o çocuğun umursamadan koşması.

Beklediğim bir an var ve gelmek için hiç acele etmiyor. Salınıyor, nazlanıyor, kendini unutturmak için elinden geleni yapıyor. O çıldırmış gibi akan söz dinlemez dakikalar öyle ağırdan alıyorlar ki işlerini, boğucu sıcaklardan nefessiz kalmış gibi sürünerek, yalpalayarak gönülsüz gidiyorlar. Güneş yerinde sayıyor, saat kıpırdamıyor, akşam olmuyor. Acıkıyor, susuyor ve tükeniyorum. İçimdeki şeytan "Tanrı mutfakta mıdır ki?" derken kalbim ve mantığım zamandan ve mekandan münezzehtir diyor. Anlıyorum ki benim derdim ne mutfak ne de Tanrı ile değil benim derdim nefsim ile

Ufka doğru, çok uzaklara bakıyorum. Akşam görünmüyor. Öğlen ve ikindiye iyi ağırlamadım diye bana küsmüş olmalılar. Akşama kavuşmadan solmuş, tükenmiş bir şeyleri tüketmiş olacağım. Yaka paça kovaladığım ikindinin sıkıntısını zor atıyorum. Zaman her zamanki zamanda neden bu kadar acıktım ki diyorum. Belki de gece davulcusu erken kaldırdı da ondan böyle acıktım diyeceğim ama adam bir kere şaşmadı ki. Sabrım tükeniyor hani şu horozlar akşam ezanını da haber veriyor olsalar ve erkenden ötseler alışılagelen erken öten horozu keserler normunu değiştirmek için "evet" veya "hayır"dan oluşan bir referandumda ben düzenleyeceğim. Biliyorum horozların yargılanmadan kesilmesini isteyenler buna da karşı çıkacaklar ama olsun kaybetmeyi göze almayanlar kazanamazlar.

Ah! Aklıma birden iftar için yiyecek lokması olmayanlar düşüyor. Kim bilir nerede kaç kişi var. Allah'ım iftar sofrasına asık surat ve çatık kaşla oturanlar da var... Bir insanın yanında çatıkkaşla oturan birinin olması yediği tatlı bile olsa ne kadar acı geliyordur kim bilir. Ağlayan gözler var yaşları dışa akan, belki de dışa aksa daha beter sonuçlar doğurur diye dudaklarında burkuntular biriktirmiş karşılaştığı aynalara ağlayn nice güzeller var.. Akşam evine bir lokma ekmek getiremediği için insanca muamele göremeyen yükümlüler var diye düşünüyorum birden. Yolu kapalı olanlar, çıkmaz yola kaderi bir tokatla girenler... Çaresizliğinden akşam olmasın diyenler var.

Ah zaman!
Dertlilerle dertsizleri yoğuran zaman.
Darın içine genişi, genişin içine darı saklayan zaman!
Yaman hesabın var yaman!
Madem sabır denilen merhem Yaradan'dan
Bizimde testimizi doldur, istedin kadar, istediğin zaman...
Zamanı yavaşlasın istiyorum birden. Zamanı yavaşlatanın başka hesapları olduğunu düşünüyorum. "Hesaplardan öte hesap yapan var" biliyorum.

Bekir Kale Ahıskalı
Ağustos 2010
Kekeme Kaval-4 (Ağlayan Gözler)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder