19 Aralık 2010

Utanmadan ağlamak

Utanmadan ağlamak

Utanmadan ağlamak. Doğru olduğunu bildiğin bir gönül davası için. Senin için ağlamak acizlik değil Sinhare. Senin için ağlamak sana akmaktır.

Hava mevsime paralel bir hal aldı. Kar yerine yağmur yağıyor. Bu işime geliyor. Gözyaşlarımı yağmurda saklamaya çalışmıyorum. Bir nevi doğal kamufle oluyor. Zaman zaman kendime hakim olamayıp ağladığım da oluyor ve artık insanlar neden ağladığımı merak eder oldular. Çok mu mutsuzum hayır aksine ömrümün en güzel günleri en mutlu olduğum zamanları yaşıyorum.


Sinhare insanın içinden geldiği gibi saklamadan, saklanmadan yaşaması mümkün müdür? Seninle birlikte senden saklanıp saklanmadığımı veya senin benden saklayıp saklamadığını merak ediyorum. Soru ve kuşkularına cevaplar verirken de bu soru ve kuşkuların temelinde yatabilecek olan yaşanmışlıklarını düşünüp bulmaya çalışıyorum. Zaman zaman aklıma gelen ama sormaya cesaret edemediğim, sorduğumda cevap alamayacağımı düşündüğüm sorular oluyor. Sonra sormaktan vazgeçiyorum. Nedenine gelince seni sevmekten öte ne varki hayatımda. Seni sevmekten daha önemli, daha merak edilir, daha yaşanası ne olabilir ki?

Hani bana demiştin ki git ve bir bebeğin gözlerine bak, elini tut. Gün boyu bu dediğini yapmak için etrafımda yakında dünyaya gelmiş bir çocuk araştırdım. İnsanlara nedenini açıklamadan böyle sorular sormak ve araştırmalar yapmak onları da meraklandırıyor. Etrafımda böyle bir bebeğe rastlayamayacağımı anlayınca yenidoğan ünitesinin olduğu bölüme gitmeye karar verdim. Rahmetli babam yoğun bakımda iken aynı koridorda hem yenidoğan yakınlarının hem de yoğun bakım yakınlarının olduğu hastaneden bahsetmiştim sana.  Yenidoğan ünitesine gidip orada böyle bir portre ile karşılaşmak için oyalanmaya başladım. Öncelikle şunu diyeyim verdiğin görevi yerine getirdiğimi bilmelisin. Ama o kısımda değil arkadaaşım Ali Kemal'in görev yaptığı kısımda ateşi çıkmış ve acile getirilmiş beş aylık bir bebek. Kız çocuğu...

Yaklaşmak için binbir sebep aradım. Eninde sonunda da maşallah diyerek sevmeyi başardım. İşaret parmağımı avucuna verdim sıkıca tuttu. Diğer parmağımla burnunun ucuna  dokunarak açılımını benimde bilmediğim mimikler yaparak sevgimi göstermeye açlıştım. Hasta olduğundan dikkatini çok çekemesem de gülümsemesini sağlayabildim. Gözlerinde bir dünya vardı, masumca, yarına hesapları olmadığı gibi, ardına da hesapları yoktu. Kim görür? Kim ne der? derdini de taşımıyordu. Toplamda otuz kırk saniyeyi geçmeyen bu davranışım hem bir görevdi hem de bir okuma. İmkanım olsaydı oradan arayıp bunu yaptığımı söyleyecektim. İmkansızlık ve engeller de başka bir çaresizlik.

Sinhare eşim, canım, birtanem. Şimdi sana sesleniyor diyorum ki sen benim için yaratıcının bir armağanısın. Gözlerinde her insanda olandan daha farklı bir ışıltı var. Gözlerin tüm mevsimleri içinde taşıyor. Baktıkça doyulmayan ve insanı rahatlatan yüzün,  Beni kendine mest eden gözlerimin vatanı boynun ve dünyadaki tüm kıyılardan daha çekici, daha cazip kaşlarım, omuzlarına doğru uzayıp akan nehirleri andıran saçların... Biz bu mevsimle birlikte seninle tüm mevsimleri yaşamış oluyoruz. İlkbaharımız heyecanlıydı, dünyaya gelen çocuk gibi süzüyordum seni. Sonra ağır bir yaz geçirdik. Havanın sıcak mı? soğuk mu? kurak mı? olduğunu bile anlamayı, idrak etmeyi düşünemeyecek kadar telaşlıydım. Mevsim hazanı vurduğunda bizim en azından kendi adıma diyeyim baharımız yeni gelmiş gibiydi. Ne güzeldi sesine uyanmak, sesinle yunmak. Esen yeller yüzümü senin nefesin gibi okşar gibiydiler sanki. Hele gözlerine baktığım o günü henüz hiçbir takvim tanımlayabilmiş ve tamamlayabilmiş değil. Yüzüne bakmak cenneti seyretmekten farksızdı. Gözlerin altından ırmaklar akan mekanı andırıyordu. Yanaklarım Sinhare yüzüne bakınca patlamaya hazırlık yapan yanardağ başları gibiydiler yavaş yavaş ısınıyorlardı. Ellerin beni kuşatan atmosfer gidiydiler de avuçlarına cenneti nasıl sığdırabildin bunu anlayamadım.  Bir adım önümde yürüyüşünü seyredirken önümde yürüyen düşümü gördüm. (Keşke düş olmaktan öte şeyler olsaydılar)

Ayrılırken sana döneceğimi söylemiştim. Kendimce hesaplar yapıyorum. Ben yaşadığın şehre yıllarımı vermiştim biliyormusun. O meydanları arşınlamış, o dağın eteklerine ayak basmıştım ama asla zirvesine sevgilisiz çıkmayı, tırmanmayı hayala etmemiştim. Bunu da seninle başarabildim. Bu kadarı da yeter bana. Ben kimseye bir dağa tırmanmayı vadetmediğim gibi, kimseyle de tırmanmayı hayal etmedim. Bir gün çıkıp geleceğin düşünü hep kurdum, uyanmadım bu düşten. Uyanıp da seni görememekten korktum. Taki birgün sen çıkıp geldin. Ömrüme ömür, hüznümü mutluluğa boyadın. Etrafımdaaki herkese geldiğini söyledim biliyor musun? Artık ömrümde dedim herkese. Şimdilerde adı sen olan herşeye o kadar şefkatli, merhametli ve bağlıyım ki.

Sinhare seni sevmek, yıldızları bile akıp giden bir yaşamda yerinden kıpırdamadan çelik gibi durabilmek. Sen gülünce güller utanıyorlar, sen gülünce sensiz yaşamak zorunda kaldığım günler utanıyorlar. Sen gülünce içimde sevinç çeşmeleri akıyor ince ince. Sen gülünce Sinhare.... 19 Kaım 2010




Bekir Kale Ahıskalı
Lebibe'ye Mektuplar 195
Utanmadan Ağlamak

1 yorum:

  1. Duygu pınarından su içer gibi yazdıklarınızı okumak , cennet meyvasından tadar gibi sözlerinizdeki ahenk , avuçtaki kelebeğe özgürlüğünü bağışlar gibi kelimelerdeki mutluluğu hissetmek ...
    Her cümlesinden ziyade her kelimesi ayrı bir anlam ayrı bir güzellik dolu yazılarınızı okumak.
    Kalemizden damlayan her güzellikleğin devamını sabırsızlıkla bekliyorum üstadım ...

    YanıtlaSil